Ana içeriğe atla

Gladyatörler


GLADYATÖRLER /
Murat GÜLGÖR Ankara 2011

Yarış nitelikli oyunlar gerek Helenler’de gerekse Romalılar’da özel bir önem taşımaktaydı. Helenler bu oyunlara genel olarak ‘agon’ adını veriyorlardı. Agonlar; araba yarışları, müzik ve tiyatro gösterileri gibi, çeşitli dallarda sergilenen dinsel içerikli oyunlardı.  Romalılar’da ise bunlara ilâveten gladyatör dövüşleri ile hayvan avını kapsayan ‘ludi’ adı verilen oyunlar mevcuttu. Bunlar agon’lardan oldukça farklı bir yapıdaydı. Zamanla bedensel ve sanatsal olarak birbirinden tamamen ayrılan agon’lar, daha çok eğitime yönelikken, bu ince zevkten yoksun olan ludi’de ise dövüş kabiliyeti öne çıkıyordu.

Bunların içinde ayrı bir önem kazanan gladyatör oyunları için Helence'de “teke tek dövüş” anlamına gelen, Latince'de ‘munera gladiatoria’, ‘ludus gladiatorius’, ‘munus gladiatorum’ gibi ifadeler kullanılmaktaydı. Ancak genel anlamda kılıçta usta, faziletli kişi olarak tanımlanabilecek olan ‘Gladyatör’ deyimi, Latince gladius (kılıç) kelimesinden türemiştir.

Teke tek dövüş olarak ortaya çıkan bu gösteri zamanla gelişti ve çeşitlendi. Bunlardan en önemlisi vahşi hayvan avı olarak da adlandırılabilen ‘venatio’nun  sisteme kazandırılması (!) ile olmuştu. Farklı coğrafyalarda çok önemli zaferler elde eden Roma Ordusu, bu diyarların vahşi hayvanlarını da yanlarında getirerek bir dövüş ve av şeklinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Bu tip gösteri birkaç şekilde yapılmaktaydı. Yırtıcı hayvanlar ve gladyatörler arasında yapıldığı gibi, hayvanlar arasında da olabilirdi. Ayrıca vahşi hayvan önüne atılarak ölüm cezası uygulaması (ad bestias) da bu kapsamda sayılabilir.

Ama hiç kuşkusuz bu gösterilerin en çok takip edileni iki gladyatör arasında geçeniydi.

Çeşitli sınıflardan vatandaşların da katılımı ile farklı bir yapı sergileyen Gladyatör topluluğunun asıl kaynağı kölelerdi.

Atina köleleri genellikle Roma’nın hükümranlık alanı olan Anadolu’dan, Suriye’den, Filistin’den, İonia’dan geliyorlardı. Bunlar, Atina’nın en önemli köle pazarında ticarete konu olmaktaydılar. Bunların arasında beyazlar, zenciler bulunuyor, birçok ırktan gelen köle alınıp satılıyor, bir gün buradan kurtulabileceklerini hayal ediyorlardı.

Elbette kölelerin varlık nedeni gündelik hayatı her alanda kolaylaştırmaktı. Sahibi için bir oyunun parçası olmak ve sonunda ölümü ile sahibini şereflendirmek (!) bu görevin bir parçası mıydı? Sanırım ilk zamanlarda bundan söz etmek mümkün değil. Peki kölelerin ölümü ile sonuçlanan gladyatör oyunu nereden çıktı?

Aslında Romalıların merakla bekledikleri ve özenle takip ettikleri oyun gladyatör dövüşleri değil, circus maximus’taki araba yarışlarıydı. Bu araba yarışlarında oluşan toplumsal birliktelik, bir bayram havasında sürmekteydi.  

Gladyatör oyunu olarak tanımladığımız oyunların ilk defa M.Ö. 264 yılında oynandığı düşünülmektedir.


Araştırmacılar, Roma’da düzenlenen ilk ölümüne dövüşün, babalarının ölümü nedeniyle, ticari bir Pazar yeri olan Forum Boarium'da, Iunius Brutus Pera’nın oğulları tarafından gerçekleştirildiğini ifade etmektedirler.

Ancak, yanılmamak gerekir ki, bu oyun tarzı Roma kökenli değildir. Tüm kaynaklar bu gösterinin Etrüsklerin kendi ölülerinin acılarını dindirmeye yönelik olarak icra ettikleri bir nevi insan kurban etme geleneğinin kökenine dayandığı belirtmektedir. Bunun en önemli kanıtı olarak ise yazar Athenaios'un kaleme aldığı Sofistler Şöleni adlı eserdir.

Etrüsk tarihi bir miktar gerçek bir miktar da efsanelere dayanmaktadır. Günümüzde bu kavmin tarihini açıklıkla ortaya koyacak belge ve bilgiler azdır. Bunun en önemli sebebinin 22 harfli alfabelerine ve bazen sağdan bazen soldan başlayan yazılarına dayandığı düşünülmektedir.

Bize ulaşan kaynaklar, Etrüsk’lerin gladyatör dövüşlerini dinsel içerikli bir gösteri şeklinde uyguladıklarını ifade etmektedir. Elbette en eski gelenek olan ‘ölü adına kan dökme’ gerçeği ile birlikte, Etrüsklerin farklı bir inançları daha vardı. Cenazenin ardından düzenledikleri ve dövüşçülerden biri can verinceye dek süren dövüşlerle ölüye öbür dünyada silahlı bir hizmetkar sunduklarına inanıyorlardı. Aynı topraklar üzerinde yaşayan Romalıların bu geleneği sürdürmesi kaçınılmaz olmuştur. Birçok varlıklı Romalı, ölümünden sonra kendileri için düzenlenecek törenlerde gladyatör dövüşleri tertip edilmesini vasiyet etmiş, bunun için yüksek miktarlarda para ayırmışlardı.

İmparatorluk Çağı’yla birlikte sadece soylu Romalıların cenaze defin işlemleri sırasında yapılan rutin bir gösteri niteliğinden sıyrılan dövüşler, tüm Akdeniz dünyası halkının en fazla rağbet gösterdiği çılgın bir ölüm şovuna dönüşmüştür. Örneğin İ.Ö 44’de, Julius Caesar döneminde arenadaki gladyatörlerin sayısı üç yüz çifte kadar yükselmiş, imparator Titus döneminde dövüşler yüz gün sürmüş, Traianus’un zafer kutlamalarında ise, beş bin çift gladyatör dövüştürülmüştür.


Ama unutulmamalıdır ki gladyatörlük yüksek faziletli bir topluma ulaşmak için önemli bir araç olarak kullanılmıştı. Her insanda bulunmayan, bazen de zorla bünyeye yerleşen “ölümüne dövüşebilme kabiliyeti” Romalılığı ifade ediyor ve  S.P.Q.R ile tariflenen Senatus Populusque Romanus’u yani Roma Halkı ve Senatosunu tarif eden bir erdemi tanımlıyordu. Ayrıca, ‘egemenlik nihai olarak yetişkin erkek yurttaşlarındır’ ilkesinin süregeldiği Roma ve onun etki alanında arenaların ne tür toplumsal ve psikolojik ihtiyaçları karşıladığı açıktır.

Cenaze törenlerinin aranan geleneği halinden, temâşa sanatına bürünen bu gösteriler o kadar yaygınlaşmıştır ki, Roma Senatosu tarafından resmen kabul edilmiş ve zamanla Suriye, Mısır ve Anadolu’ya yayılmıştır. Doğal olarak, Roma egemenliği altındaki bölgeler de bu oyunların sergilenebilmesi için amfi tiyatrolar inşa edilmişti. Böylece, zaman içerisinde amacından sapan bu oyunlar, önemli bir politika alanı haline gelmiş ve  kurulan amfi tiyatrolar ‘Politika Arenası’ konumuna dönüştürülmüştür.

Silahlı güçlerin gerekliliği ve bu güçlerin sahibine sağladıkları ayrıcalıkların önemi ‘Catilina Tertibi’ olarak adlandırılan, consul’luk görevine getirilen Cicero ile Lucius Sergius Catilina arasındaki rekabette kendini göstermişti. Bunun sonucunda, senato Catilina’ya ait olan Gladyatör birliklerini devlete ait olduğunu açıklamış ve önemli bir adım atmıştı.

Elbette Cicero’dan bahsetmişken bu ünlü düşünür ve devlet adamının dövüş oyunu ile ilgili düşüncelerine de yer vermekte fayda var. Romalı olmayı bir erdem sayan düşün sisteminin en önemli savunucularından olan Cicero ve ona inananlar; bu erdemin (virtus) ve savaşçı ruhunun, Gladyatör oyunları ile korunabileceği, Romalı gençleri beden ve zihinsel olarak daha iyi savaşçı ve daha erdemli vatandaş haline getirmek için gladyatör oyunlarının tercih edilmesi gerektiğini ifade ediyorlardı. Bunun en önemli sebebi, Yunanlı sporcuların daha çok çıplak vaziyette yaptıkları ve sonucunda kan ve şiddet yer almayan müsabakaların, Romalı gençleri efemine edeceği korkusuydu.

Bir politikacının elindeki gladyatör sayısı ve düzenlediği dövüş oyunlarının fazlalığı, halka inmek için kullanılan en kolay yöntem olduğu gibi, rakip siyasetçilere verilebilecek en güçlü gözdağı olma özelliğine de sahipti. Bunu hakkı ile kullanan politikacıların başında Iulius Caesar olduğu açıktır. Ayrıca Caesar, bu oyunlardan büyük zevk almakta ve kamu oyu yaratmanın arenadan geçtiğini de bilmekteydi. M.ö. 65 yılında ölen kızı adına düzenleyeceği gösteri için o kadar çok gladyatör satın almıştı ki, gerek senato gerekse rakipleri bu durumdan tedirgin olarak dövüştürülebilecek gladyatör sayısına bir sınırlama getirmişlerdi.


Nasıl Gladyatör Olunur (du),
Yukarıda ifade edildiği gibi, bu dövüş oyununun en önemli insan kaynağını köleler oluşturmaktaydı. Ayrıca, Roma hukuk sistemi de önemli bir kaynak oluşturmaktaydı. Yargılama sonucunda gladyatör olmasına karar verilen hükümlülerin sayısı da azımsanmayacak kadardı. Yargılama sonucunda suçlu üç farklı kararla karşı karşıya kalırdı. Eğer yargıç ‘kılıca’ (ad gladium) veya  ‘vahşi hayvanlarla dövüşe’ (ad bestias) kararı verirse, bunların sonunda ölüm kaçınılmazdı. Ancak yargıç ‘gladyatör okuluna’ (ad ludos) derse kurtuluş için bir ümit daha var demekti.

Ad Ludos cezası verilen kişi profesyonel dövüşçülerle bir araya gelir ve böylece aynı sınıfın üyesi olurdu. Arenadan her defasında sağ çıkmayı başarabilirlerse toplumun gözünde kahramanlaşıyor, gerek kadınlar,  gerekse erkekler için birer merak ve hayranlık nesnesi haline geliyorlardı. Hatta günün birinde emeklilik hakkı bile kazanabiliyorlardı.

Peki bir özgür yurttaş gladyatör olamaz mıydı? Elbette, özgür doğmuş bir Romalı’da hür iradesi ile Ludus’a girerek gladyatör olabilirdi. Ama bunun bedelini sadece canı ile ödemez, ayrıca köleler ve suçlulara yapılan muameleyi de kabul ederek ‘onursuzlar ve suçlular’ sınıfına katıldığını kabul eder ve daha da önemlisi, Romalı askerler ve kölelerin tanrısı olan ışığın, savaşın, adaletin ve inancın simgesi Mithras’a bağlanırdı. Tanrı Mithras kimdi? Anlatımlara göre Mithras, kendi hükümranlık alanında yaşanan sorunları ortadan kaldırmak üzere, bir boğanın peşine düşer. Boğayı bir mağarada sıkıştırır ve hareketsiz hale getirir. Mithras sağ ayağını hayvanın göğsüne bastırır ve bıçağını omuz altındaki boşluğa batırır. Bu öldürme biçiminin gladyatör dövüşlerinin finalindeki geleneksel yöntemle benzerlik göstermesi bu miti ortaya çıkarmıştır.



Önemli Bir Ticaret Yöntemi : Gladyatör alım-satımı,
Doğal olarak, bu faaliyet önemli bir toplumsal gücü de beraberinde getirmiş, bu dövüşleri organize eden, kölelere sahip olan ve onları yetiştiren herkese önemli mevkii ve para sağlamıştır. Elbette tüm köleler gladyatör olamazdı. Güçlü ve sağlıklı köleler, gladyatör yetiştiricileri tarafından oldukça yüksek paralar ödenerek satın alınır ve başta iyi dövüşçülük olmak üzere, daha iyi özellikler kazanmalarını teminen gladyatör okullarına (ludus) getirilirdi. Gladyatörler, efendilerine (lanista) büyük paralar kazandırırdı. Ayrıca luduslar Roma ordusunun ihtiyaç duyduğu nitelikli askerleri de yetiştirmekteydi.





Gösteriye Hazırlık,

Gladyatör dövüşlerindeki gelişme ve toplumun gösterdiği teveccüh, bazı ritüellerin doğmasına sebep oldu.  Öncelikle, dövüşün önemli aktörlerinden biri olan ve dövüşün organizasyonunun sağlıklı bir şekilde sürdürülmesine gayret gösteren ‘editor muneris’ (munerarius), lanista ile görüşür ve bu organizasyonun yapılışı konusunda mutabakata varılırdı. Elbette organizasyonun duyurulması gerekirdi. Bu görev ‘edicta muneris’ indi. Yöre halkının görebileceği yerlere bu duyurular asılır veya duvarlara yazılırdı. Pompei’de bulunan bir yazı örneği, renkli boyalar ile hazırlanmış bir duvar yazısının nasıl olduğunu ifade etmektedir.  









Duyuruda, dövüşün tarihinin yanı sıra, gösterinin ne amaçla yapıldığı (Ölü kültü, kazanılan bir savaş vb.) editor muneris’in kim olduğu, gladiatorum paria, familia gladiatoriae isimleri, gösteriye ilave başka bir program olup olmadığı, (venatio, athletea, noxii), kimin kiminle karşılaşacağı (composition) gibi bilgileri içerirdi.

Şenlik arifesinde, yani asıl dövüşten birkaç gün önce, dövüşçüler açık bir alana götürülür  ve halkın tekrar incelemesi sağlanırdı. Böylece dövüş hakkında bir fikir sahibi olmak mümkün olurdu. Gösteri günü kutlama alayı (pompa) gösteri yapardı. Müzik bu dövüşün her alanında kendine yer bulmuştu. Bir müzik aleti ile verilen sinyal gösterilerin başlayacağının deliliydi. Tüm gösteri boyunca müzik çalar, gösteriye ayrı bir canlılık katardı. Daha önce dövüşecekleri ilan edilen çiftler arenaya çıkar ve Prolusio adlı bir hazırlık maçı yaparlardı. Ancak bu sırada ellerinde keskin kılıçlar yerine ucu köreltilmiş metal kılıçlar (arma lusoria) olurdu. Bu yöntemle seyirci, kazanabilecek dövüşçü hakkında fikir sahibi olur ve dövüş başlar başlamaz safını belli ederek tezahürata başlardı.






Dövüşün Hukuku (dictata, leges pugnandi),

Acaba bu dövüş, arenadakilerin kuralsızca birbirine saldırdığı veya öldürdüğü, hayvani duyguların tatminine sebep olan bir gösterisi miydi? Elbette çok uzaklardan, yani bugünün dünyasından, bir başka ifade ile bugünün ölçüleri ve değer sistematiği içinden yapılacak bir projeksiyon vasıtasıyla bu sorulara cevap aramak pek de doğru olmayacaktır.  

Tarih sayfaları incelendiğinde, gladyatör dövüşlerinin, gelenekleri ve kuralları olan bir spor türü olarak kabul edildiğini görüyoruz.

Dövüşler iki hakem tarafından idare edilirdi. ‘Summa rudis’ olarak adlandırılan ve bugünkü futbol tabiri ile baş hakemin elinde, dövüşçüleri ayırmak veya kısa bir mola verdiğini ifade etmek için asa bulunurdu. Bu asa ve hakemin duruşu doğaldır ki disiplini ve  dövüş hukukunun gücünü ifade etmekteydi. Hakemlik müessesesi toplum içinde önemli bir konumdu. Diğer hakeme ‘secunda rudis’ denirdi ve görevi baş hakeme yardımcı olmaktı.

Verilen aralarda dövüşçülere su verilmesi, küçük yaraların sarılması bir zorunluluktu. Hatta bu süre içinde masaj yapılarak kaslardaki yorgunluk giderilir ve  oyunun büyüsünün bozulması engellenirdi.

Seyirciler, hakemler kadar bu kurallara hâkimdi. Birçok dövüş çeşidine nazaran, kendilerini daha önce başka dövüşlerde ispat etmiş iki gladyatörün karşı karşıya geleceği birebir dövüşler her zaman revaçtaydı. Missio yani yenilen dövüşçünün seyircinin talebi ile canlı kalması bu müsabakalarda rastlanırdı. Ancak suçluların infazını amaçlayan ve bir çeşit infaz amacıyla gerçekleştirilen toplu dövüşlerde ise daha çok vahşi bir ölüm vardı.

Bir başka dövüş türü ise ‘venationes’ olarak adlandırılırdı. Bu dövüş, başta Afrika ve Hindistan olmak üzere uzak diyarlardan gelen vahşi hayvanlarla yapılan dövüşlerdi.

Dövüşecek çiftlerin oluşturulmasında kesin, net ve değiştirilemez kurallar vardı. Equites, Provocatores ve Essedari sadece kendi sınıfından bir rakiple dövüşebilen sınıflardı. Bunun sebebi, bazı ekipmanların diğer ekipmanlardan üstün olması ve gladyatörlerin bu silahlarla eğitim almamasından kaynaklanırdı. Murmillo olan Thraex ya da Hoplomachus sınıfından olanlarla, Retiarius ise Secutor ya da nadiren Scissor'a karşı dövüşürdü. Bir gladyatörün azat edilmesi için bir devlet yetkilisinin onu tahta kılıçla kutsaması gerekirdi.

           



Arenanın Faziletleri, 

Arena, önemli bir iletişim aracıdır. Özellikle ordunun başarılarını halkla paylaşmanın en önemli ve kolay yöntemi, haberin arenada duyurulmasıydı.

Aynı zamanda, halkın bu demokrasi içinde tepkisini en rahat gösterdiği yer de arenadır.  Vatandaş, kendi isteğini arenada haykırırdı. Durum imparator içinde farklı değildi. İmparator locadaki yerini aldığında artık halktan biriydi. Onlara yakın bir yerde oturduğunda artık halkla eşitti. Böylece halkın iktidar ortağı olduğunu ifade eder ve iktidarını paylaşmaya hazır olduğunu gösterirdi. Ancak gerçek öyle değildi. Yenilen gladyatörün sonunun ne olacağı hususunda imparatorun değil de, sıradan yurttaşların (plebler) karar verdiği an çok önemliydi. İmparator bu karara uyarsa “size itibar ediyorum” imajı verirken, karara uymazsa “yöneticinin üstünlüğünü” ispat etmiş olurdu.    

Unutulmamalıdır ki, toplum açısından mutlu sonla biten her gösteri, Romanın egemenliğinin bir kez daha ilan edilmesi anlamına geliyordu.


Gladyatörlerin tarih sayfasından silinişi,


Tarihçiler, dünyada yaşanan değişimin toplumun değer yargılarını etkilediğini, daha da önemlisi Hıristiyanlığa yönelişle birlikte bu oyunlara bakışında değiştiğini ifade etmektedirler. Bunun en önemli kanıtı ise Büyük İznik Konseyinde alınan karardır. 

Bu karara göre, Gladyatör Oyunları artık ‘kanlı bir gösteriden’ ibarettir. Elbette kesin bir yasaklama gelmemiştir ancak, dini açıdan tartışmalı bir faaliyet olarak damgalanmıştır.

Ancak gerçek sebep bu muydu? Suçlular, köleler önemli bir işgücünü oluşturmaktaydı. Zaman ilerlemiş madenlerde çalışacak insan ihtiyacı artmıştı. Yaklaşık 600 yıllık bir mazisi olan bu gelenek sebebiyle en güçlü köleler kaybedilmişti. Bu nedenlerle Konstantin, Ekim 325 yılında bir ferman yayımlayarak  ‘ad ludos’ uygulamasına yani ağır cezaya mahkum olmuş suçluların Gladyatör yapılmasına yönelik uygulamaya ve daha da önemlisi, suçluların kendilerini savunamadan ölümlerine yol açan ‘ad gladium’ uygulamasına son verdiğini duyurdu. Böylece suçlular, cezalarını maden ocaklarında çalışarak çekeceklerdi. Hemen ardından yayımlanan 17 Ekim 357 tarihli İmparatorluk Kararnamesi ile başta saray mensupları ve askerler olmak üzere Romalıların gladyatör okullarına gitmeleri ve dövüşlere katılmaları yasaklandı.

Önemli bir adım da Honorius döneminde atıldı. Böylece Batı Roma İmparatorluğunda faaliyetini sürdüren son gladyatör okulu’da, 399 yılında kapanmış oldu. Ancak, Küçük Asya dahil olmak üzere bu kan oyunu büyük bir ilgi ile oynanmaya ve seyredilmeye devam etti.

Toplumun bu oyunlara karşı ilgisinin yanı sıra bir çok kişi oyunlara son verilmesi gerektiğini ifade ediyordu. Hikayeye göre, Küçük Asya’da oturan ve ismi Telemachus olan bir keşiş, halkın bu oyunlara olan ilgisini yadırgıyor, bu oyunlarda sponsorluk yapan   İmparator Honorius’a ithafen ‘Hıristiyan’ ifadesini kullanarak tezahürat yapılmasına duyduğu tepkiyi ise ‘Hangi Hıristiyan bu kasap oyunundan zevk alır’ diyerek ortaya koyuyordu. Roma Ordusunun kazandığı bir zaferin kutlanması sırasında yapılan gladyatör gösterilerinin düzenlendiği arenaya gitti ve dövüşün en can alıcı bölümünde Arenaya atladı. ‘Size yalvarıyorum. Durun’ nidaları ile Gladyatörlerin arasına girdi. Seyirciler bu sapkın tutuma önce güldüler sonra kızdılar ve ıslıklamaya başladılar. Gladyatörlerden biri, kılıcı ile keşişi öldürdü. Ancak, tarihin ilk bireysel eylemi beyhude kalmadı ve İmparator Honorius Gladyatör oyunlarını yasakladı.  


Gladyatör denince aklımıza ilk gelen en isim: Spartakus  (Σπάρτακος) 

Henri Barbusse “Yenenlerin ve yenilenlerin mücadelesini simgeleştirmek isteseydik, Spartakus modern tarihin eşiğine özgürlüğün devasa bir heykeli olarak dikilecek ve uygarlık imparatorluğunun gökdelenlerine hotoz olmaya yarayan şu çok tanınmış heykel, bu mağrur figürün yanında boy gösterecekti!” demektedir.

Toplumsal başkaldırının sembolü olarak dikkat çeken Spartaküs’ün Trakyalı bir köle olduğu, Roma ordusundan kaçtığı ve yakalandıktan sonra köle olarak satıldığı ifade edilmektedir.

Kaçma konusunda tecrübeli olan Spartaküs, bu kez de  M.Ö. 73 tarihinde 77 Gladyatörle birlikte Capua'daki Quintus Lentulus Batiatus'un gladyatör okulundan kaçtı ve Vezüv Yanardağı'na sığındı. Küçük bir Roma ordusunca kuşatılan kaçaklar, bir uçurumdan aşağı inerek Romalı askerleri şaşırtıp kaçmayı başardılar. Spartaküs, kendisine katılan ve sayıları 100 bine ulaşan kaçak köle ve gladyatörlerle Lucania'ya doğru yürüdü. Spartaküs önü alınmaz bir lider ve güç simgesi haline gelmiş, Güney İtalya'ya egemen olmuştu. Senatoda alınan bir kararla beraber, M.Ö. 72'de büyük bir askeri güç Spartaküs'ün üzerine gönderildi. Spartaküs onları da  yendi ve Alpler'e doğru yürüyüşe geçti. Köle ordusu artık Alpler'i geçebilir ve güvenlik içinde dağılabilirdi fakat, yandaşları İtalya'dan ayrılmak istemedi. Bunun üzerine Spartaküs, güneye ilerledi ve Roma ordusuna yenildi. Spartaküs, Sicilya'ya geçmeyi tasarlayarak Messina'ya çekildi. M.Ö. 71'de ise, savaşmakta direnen köleler Romalılarca kılıçtan geçirildi. Romalı general Pompeius, Spartaküs'e bağlı bir çok köleyi yakaladı ve ibret olması için onları Appia Yolu boyunca çarmıha gerdirdi. Spartaküs'ün cesedi ise bulunamadı.


Sonuç yerine,

Gladyatör oyunlarının tarihsel açıdan önemli sonuçları vardır.

İlk önemli sonuç toplumsal bir başkaldırıya sebep olmasıdır. Spartakus adı bu başkaldırının simgesi haline gelmiş, Spartakus’ün bireysel olarak ne yaptığından çok, köleler üzerindeki birleştirici rolü ve kölenin sahibe karşı mücadelesi önemsenmiştir.

Ancak bundan daha önemlisi Anadolulu keşiş Telemachus’un bireysel başkaldırısı ve cesaretidir. Bu keşiş, bir insanın bile bir çok şeyi değiştirebileceğini göstermesi açısından hepsinden daha önemlidir.


Ama, bunlardan daha da önemlisi bu dövüşler, insanoğlunun ne kadar vahşi ve ben merkezli bir tabiata sahip olduğunu göstermesi açısından önemlidir. Gladyatörler ne kadar güçlü ve akıllı dövüşürlerse dövüşsünler, kişisel bilgileri, hatta isimleri bile kimse için önemli olmamaktaydı. Bu gösteriler halkın büyük bir kısmı için sadece bedava yemek yeme fırsatı sağlarken, küçük bir kısmı ise ekonomik ve siyasi çıkar elde etme peşindeydi.

Gladyatör dövüşleri 400 yılı itibariyle ortadan kalksa da insan oğlunun tabiatında bir değişiklik var mı?


Kaynakça:
Roland Auguet, 1972;  "Cruelty and civilization: the Roman Games"
Thomas E. J. Wiedemann, 1992;  "Emperors and Gladiators"
Public Papers of Ronald Reagan February 1984
Sema Polat ÖĞÜT, Ankara 2006; Principatus Dönemi Küçük Asya’sında Gösteriler,

"Kaynak göstererek alıntı yapmak, emeğin karşılığının verildiğine işarettir." 


















Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Kudüs Hz. Ömer Camii

Her yıl olduğu gibi 634 yılının Noel gecesi Hristiyan dünyasında kutlanıyor ve ibadet ediliyordu. Ancak Kudüs Patriği Sophronius'un vaazı her zamankinden daha farklıydı. Vaazda Ecnadeyn bölgesinde yapılan savaş sonucunda oluşan Müslüman fütuhatı uzun uzun anlatılıyor, Filistin'in güneyinin Müslümanlar tarafından fethedilmesi ile Hristiyan cemaat üzerinde oluşabilecek tehlikelere dikkat çekiyordu. Gerçekten de kısa bir süre sonra kuşatma ile karşı karşıya kalan Kudüs, kan dökülmeden teslim olur ve Halife Hz. Ömer Kudüs'e girer. Kudüs’e gelmesinde etkin olan İlya (Kudüs) halkının, diğer Şam şehirleri ile yapılan antlaşmalar gibi cizye ile haraç ödemek ve diğer şehirlerin halkına verilenlerin aynısı karşılığında ondan “eman” vermesini ve sulh yapılması dilemeleriydi. Ayrıca antlaşmanın bizzat Hz. Ömer b. Hattab tarafindan imzalanmasını istiyorlardı. [1] Hz. Ömer, kendisini karşılayan Patrik Sophronius'a Tapınak Tepesine yani yıkık olan Süleyman Mabedine gitmek is

Sikkelerin Sırrı

  Murat GÜLGÖR, Mayıs 2012 Arapça “tevellu” kelimesinden türeyen "Mevlevî” tarikatına ait ritüeller hiç dikkatinizi çekti mi bilmem ama benim dikkatimi çeken bir çok şekil uygulaması var.  Ne yazık ki bunların büyük çoğunluğuna bir anlam verememekteyim. Elbette bu durum araştırmamı engellemiyor. Bu şekli şartlardan birisi de, dervişlerin bir kısmının sikkelerini kaşlarını örtecek kadar aşağı indirmelerine karşın, kalan kısmının sikkesini hafif yana ve arkaya takmaları ile ilgili. Acaba, bir anlamı var mı? Yoksa dönerken başlarından düşecek gibi mi oluyor? Elbette “sikkede neymiş?” diyenler olacak. Sikke kaynağı itibariyle, “damga”, “alâmet”, “kaide”, “namus” “kanun” ve “güç” anlamında kullanılmakta. Korkarım aklınıza ilk "madeni para" gelmiştir. Sikkenin bir anlamı da Mevlevi dervişlerin kullandığı, keçeden yapılmış silindirik külahtır. [1] Aslında çok da şaşırtıcı değil. Biri dünyevi gücü ifade ederken diğeri manevi gücü simgelemekte.

Rind ve Zahid

Ey püser nîstî zi-hestî bih Büt-perestî zi-hod-perestî bih ( 1 ) XVI. yüzyılda yaşamış olan Fuzûlî’yi bilmeyen var mıdır? Bugün, lise edebiyat derslerimizden kalma bilgi lerimizi yokladığımızda aklımızda kalan tortu nedir? Şair, Türk Edebiyatı’nın en büyüklerindendir ancak, edebi lehçesi açısından Azeri Edebiyatının en önemli unsurlarından biri olarak da sayılmaktadır. Dili, yazım tekniği ve benzeri etkileri onu Osmanlı Şiiri’nin önemli bir figürü konumuna da getirmiştir. Gelelim Osmanlı Edebiyatı’nın bir örneği olarak nitelendirebileceğimiz   “Divân Edebiyatı’nın” genel özelliklerine. Her türde olduğu gibi bu edebiyat türü de şekil ve içerik açısından kurallara bağlıdır. Şairler, özellikle şekle tam bağlı kalmışlar içerikte ise yarattıkları farklılıklarla üsluplarını ortaya koymuşlardır. Özellikle içerikte İslam kurallarına ters düştükleri zaman, dindar okuyucudan tepki görmüşlerdir. Bu tepki, başka bir ifadeyle çatışma, rint ve zahit kavramlarıyla karşımıza çık