Ana içeriğe atla

Alman Milliyetçiliğinde Önemli Bir İsim - Richard Wagner




Hitler'in Başbakan olarak iktidarı ele geçirdiği 1933 yılı, besteci Richard Wagner'in ölümünün ellinci yıldönümüne de rastlamıştır. Bu nedenle, teması 'Wagner ve yeni Almanya' olan Bayreuth festivali her zamankinden daha büyük bir coşkuyla kutlandı.

Böylece, 19. yüzyılın romantik döneminin önemli bestecilerinden olan Wagner ile, Nazi  Partisinin başkanı ve Başbakan olan Hitler arasında var olan bağlar daha bir güçlü hale geldi. 1933 yılı boyunca Hitler'in iktidarının güçlendirilmesi ve geliştirilmesi için Wagner dışında hiç bir müzisyen daha uygun olamazdı. 

Bu kısa giriş bile neden Wagner sorusunu akla getiriyor.

Richard Wagner’in Yaşamı:
  
Richard Wagner, 22 Mayıs 1813 tarihinde işçi sınıfı bir ailenin dokuz çocuğundan biri olarak Almanya’nın  Leipzig kentinde doğdu. Daha altı aylık bir bebekken babasını kaybetti. Bunun üzerine tüm bakımını, iyi bir eğitim sahibi olan amcası Adolf Wagner üstlendi. Bu sırada annesi, önemli bir tiyatro oyuncusu ve piyes yazarı olan Ludwig Greyer ile evlendi. Hatta küçük Richard okula Richard Greyer adı ile kaydedildi. Üvey Babası öldüğünde Wagner sekiz yaşında bir çocuktu. Yaşamının büyük kısmı, üvey babasının görevli olduğu Dresden Krallık Operasının kulisinde geçmişti. Sadece Wagner değil ailenin diğer üyeleri de müziğe karşı ilgi duyuyordu. Hatta dört ablası opera da birinci soprano olarak çalışıyordu.

Ancak iki isim vardı ki Wagner için yaşamında dönüm noktası haline gelmişlerdi. Bunlardan biri Beethoven diğer ise Weber’di.  Beethoven’in “Egmont” uvertürü ile “Fidelio” operası genç Wagner’in geleceğini şekillendirmişti. Ancak, Almanya’nın 1830 yılında içine düştüğü siyasi çalkantılar, Wagner’i de içine çekmiş, Wagner kendi açısından önemli bir siyasetçi kimliğine bürünmüştü. Bu süreçte yaptığı müzikal çalışmalar ise sadece siyasi müziklerdi. Ancak kısa bir süre sonra bu hevesten sıkıldı ve müziğe daha yoğun olarak döndü. 1833 yılı artık onun için müzikte bir dönüm noktası oldu bu tarihte Würzburg Kent Tiyatrosu şefliğine getirildi. Bu sırada sözleri de kendisine ait olan “Die Peen” operasını besteledi. Yetenekli oyuncu Minna Planer ile evlenen Wagner, 30 yıl savaşları sebebiyle işsiz kaldı ve Riga dan gelen teklifle orkestra şefi oldu.

Daha büyük işler yapma hayali ile Paris’e giden Wagner, burada parasız ve çok kötü koşullarda yaşamak zorunda kaldı. Fransızların kendi çalışmalarına karşı duyarsız olmalarına içten içe öfkelenen Wagner bir gün Weber’in “Freischütz” operasının gösterimi sırasında ayağa fırlayarak “Ey Benim Yüce Alman vatanım! Hiçbir şeyin olmasa da bu beste senin toprağında bestelendiği için seni sever ve takdir ederim.” diye haykırmıştı. Bu sırada 14. yüzyılda Roma’da yaşamış ve cumhuriyeti korumak için ölümü bile göze alan bir halk kahramanını konu alan “Rienzi” adlı operasını tamamladı. Bu opera ile Wagnerin duruşu şekillenmeye başlamıştı.
Coşkun korolar ve gürültülü marşlar ile bezenen bu opera izleyicilerde büyük bir coşkuya sebep olmaktaydı. 1842 genel affı ile Almanya’ya dönen Wagner, Rhein nehri kıyısına geldiğinde “Alman vatanına daima sadık kalacağına“ yemin eder. Bundan sonra Dresden’e yerleşen Wagner, 1843 yılında “Fligender Hollander” (Uçan Hollandalı) operasını besteler.  Bu opera büyük ilgi görünce bir başyapıt olan “Tanhauser” operasını sahneye koyar. Bu operada Alman ozanları sazlı sözlü atışmaktadır. Aynı ölçüde gelenekçi bir opera olan “Lohengrin” operası tiyatro yöneticileri tarafından repertuara alınmayınca “Ulusal Bir Alman Tiyatrosu Kurulması” talebinde bulunmuş ve bu da kabul görmeyince hükümete karşı yapılan eylemlere katılmış ve tutuklanmamak için  Franz Liszt’in yanına kaçmıştır. “Lohengrin” operasını, kendisini himaye eden Franz Liszt’in yardımı ile sahneye koymuş ve orkestrayı Liszt yönetmiştir.

Eşinden ayrılan ve İsviçre’ye yerleşen Wagner, 1832 yılında çalışmalarına başladığı “Tristan ve Isolde” operasını 1859 yılında bitirir. Yine bir Alman kahramanlık destanını anlatan bu operadan sonra, “Tetrologie” adını verdiği ve dört bölümden oluşan festival oyunlarını tamamladı. Bunlar sırasıyla “Walküre”, “Ren Altını”, “Siegfried”, ve” Tanrıların Sonu” adlı yapıtlarıdır. Bu sırada  Franz Liszt’in kızı Cosima ile evlenir. Yaşadığı tüm olumsuzluklar 1864 yılında Bavyera kralı II. Ludwig ile tanışması ile değişir. Önemli bir Alman milliyetçisi olan Kralın maddi ve manevi desteğine rağmen yazdığı yazılar sebebiyle idarecilerle arası açılır ve İsviçre’ye geri döner.

Bu sırada Cosima ile üç çocukları dünyaya gelir. Bunlardan Siegfried Wagner daha sonra Adolf Hitler ile dostluğu sebebiyle gündeme gelecektir.

Ancak Bavyera kralı II. Ludwig, bir kraldan pek de beklenmedik bir şey yapar ve İsviçre’ye giderek Wagner’e duyduğu sevgi ve saygıyı ifade eder. Anavatanına dönen Wagner, artık siyaset yerine müziğine önem verir.

Wagner, operalarının açık alanlarda oynanmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiriyor ve bir çözüm arıyordu. Çözüm için bir “Festival evi” düşünüyordu. Elbette adresi ise Bayreuth’du. 1871 yılında kazanılan zafer, konunun toplumla paylaşılması için de uygun bir zemin hazırladı. Açılan yardım defteri sayesinde 5 yıl sonunda tiyatro tamamlandı. Ancak Wagner, bu yapının halka ait olduğunu belirtiyor, hiç kimsenin bundan bir menfaat temin etmesini istemiyordu.  Wagner, 13.02.1883 tarihinde, dinlenmek için gittiği Venedik’te, piyanosunun başında öldü.

Bir çok Yahudi yakını olmasına ve hatta bunlarla münasebetlerini uzun süre sürdürmüş olmasına rağmen Wagner, Alman toplumunda yaşanan sorunların Yahudilerden kaynaklandığını ifade ediyordu.

Bu düşünceleri için asıl mesnet ise "Müzikte Yahudilik" ( Das Judentum in der Musik) adlı yazısıdır. Bu yazısında Wagner, Yahudiler tarafından bestelenen müzik eserlerini olabildiğince eleştirmekte, Yahudi sanatçıların sadece başkalarını taklit ederek sanat yaptıklarını ifade etmektedir.

Richard Wagner ve Nietzsche

Dünyanın gelmiş geçmiş en önemli düşünürlerinden biri olduğuna şüphe bulunmayan Nietzsche, Schopenhauer gibi düşünmekte ve müzik ile plastik veya sözsel  sanatlar arasında metafizik olarak karşıtlığa inanmaktaydı. Ona göre, diğer sanatlar doğayı taklit eder, plastik sanatları da doğa şekillendirirdi ancak, müzik bir taklit sanatı değildi. Modellenmemişti. Müzik; hüznü, korkuyu sevinci, taşkınlığı veya dinginliği, yanına herhangi bir şey almadan anlatabilmekteydi.

Nietzsche’nin Wagner eserleri ile ilk tanışması 15 yaşında oldu. "Tristan ve Isolde" operasını seyretmesi, kafasındaki müzik düşüncesini değiştirdi.  Wagner, müziğin kendisini, diğer bestecilerle kıyaslanmayacak bir seviyeye çıkarmış, bunu da sahne tasarımı, dram ve dekordan oluşan bir yapı vasıtasıyla gerçekleştirmişti.

Wagner, klasik Yunanlı yazar Aeschylus'un trajedilerinin yarattığı tarzdaki bir kültürel iklimi Almanlar için yeniden yaratmaya söz vermişti.

“Tristan ve İsolde” Nietzsche'yi derinden etkilemiş ve seyrettiği eser, Nietzsche’nin mitolojiye duyduğu sevgi ve ilgi ile birleşerek karşı konulmaz bir hale gelmişti.

Nietzsche, Tragedyanın Doğuşu adlı eserinde şöyle diyordu, “Acaba, Tristan ve İsolde’nin üçüncü perdesini sözler ve görüntülerin yardımını istemeden, salt senfonik bir bölümün devcesine gelişmesi gibi izleyip de ruhlarının bütün kanatlarını açarak soluklarını yitiresiye çırpınmayacak bir kimse var mıdır?”

Yine aynı yazıda, “Sizin gibi bende Yunan dinginliğinin doğrusu ile eğrisini ayırıyorum. Sahtesine her yerde rastlayabilirsiniz. Kendinden geçmiş bir güvenlik duygusu içinde; gene sizden biliyorum ki, sahtesinden yola çıkılırsa Yunan Tragedyasının özüne erişmek olanaksızdır. Yunan sanatı bize, korkunç bir derinliği olmayan suyun yüzü de güzel olamaz.” demişti.

Bir çok yazara göre Tragedyanın Doğuşu; yaşadıkları toplumdan umudunu kesmiş, tanrısal kahramanlara bel bağlayan, toplumdaki pisliklerin ancak kan dökülerek temizlenmesi gerektiğine inanan Wagner ve Nietzsche'nin, Yahudi karşıtlığını açıkça sergileyen bir eser olarak görülmektedir. (Bazı yazarlar ise Nietzsche'nin Yahudi düşmanı olmadığını, bunun tamamen yanlış anlaşıldığını ifade etmektedir.)

Şartlar da bu görüşün beslenmesine uygun bir haldedir. Bir çok Almana göre Yahudilerin para kazanma hırsı Alman kültürünü tamamıyla yozlaştırmış ve manevi değerlerin çürümesine neden olmuştu.

Bir Düş Kırıklığı:

1876 yılına gelindiğinde Nietzsche "Wagner Beyrut'ta" adlı eserini yayımladı. Kitapta besteci için bir yandan methiyeler düzerken, diğer yandan da besteciyi, etkisi altına giren herkesi yok eden Minotaur'a benzetmekteydi.

Ancak bu düşüncelerinin başlangıcı çok daha öncelere 1872 yılına dayanmaktaydı. Çok sağlam bir dostluğa sahip olan Wagner ailesi ile Nietzsche, bir takım sorunlar yaşamaya başlamıştı. Kendisini tamamen kocasına adayan Cosima, Nietzsche'nin de kendisini Wagner ailesine adamasını istiyordu. Bu öyle bir roldü ki içinde Wagner'in aldığı olumsuz eleştirilere yanıt verilmesine kadar birçok şeyi içeriyordu.

Nietzsche "Wagner Beyrut'ta" adlı eserinde, insanın ruhunu okşayan ifadeler kullanırken birden bire keskin dilini de gösteriyordu. Örneğin, Wagner’in üvey babasının da bir Yahudi olduğu için yazıldığı iddia edilen “Wagner’in çocukluk ve gençlik yıllarında öyle bir dönem vardır ki bir sürü bilinmezle karşılaşır, işin içinden çıkamayız.” ifadesi buna iyi bir örnektir.

Yine aynı yazıda yer alan “Wagner, Almanlardaki sanatların tek tek alınması zevkini yok edebilir.”  ifadesi de önemlidir.  

Wagner, ölümünden sonra bir kült haline geldi. Bu ölüm eşi Cosima’yı da güçlendirdi. Cosima bu kültün rahibesi olmuştu. Ancak Nietzsche önemli bir tehdit olmaya devam ediyordu. Cosima, Nietzsche ile savaşacaktı ancak, bu savaşta zayıf taraf Nietzsche idi. Hem ruhsal hem de fiziksel açıdan ağır hastaydı ve bir gün Cosima'nın kocasını desteklemeyi bırakıp kendisinden yana çıkacağını umacak kadar zavallı durumdaydı. Bir ifadeye göre Nietzsche, Almanya'daki akıl hastanelerinden birinde gardiyanlara şöyle diyordu: "Beni buraya getiren, karım Cosima Wagner'dir."

Richard Wagner, Ailesi ve Hitler

Wagner’in ölümünden yaklaşık elli yıl sonra, 30 Ocak 1933 tarihinde Hitler, Almanya Başbakanı seçildi. Birkaç gün sonra, yani  Bayreuth kutlamalarının açılışı sırasında, Alman-Kuzey Avrupa Sanat ve Kültür Topluluğu, Richard Wagner için bir bildiri yayımladı. Bu bildiride özetle, Richard Wagner'in “Der Ring des Nibelungen” ile Alman ruhunu müzik ve tiyatro ile ifade ettiğini, Bayreuth opera binasının ise Almanların öz güvenini arttıran bir yapı olduğunu ifade ediyor ve toplumu, Richard Wagner ile ulaşılan bu ulusal Germen ruhu üzerinde düşünmeye davet ediyordu.

Bu topluluk ayrıca, Alman askeri kuruluşlarının ve endüstri lobisinin desteğiyle, Bolşevizm ve Yahudi tehditlerinin çözümü için Alman ırkının görkeminin saf temsili için Wagner’in müziğini destekledi.

Unutulmamalıdır ki, bu başarı sadece bir veya birkaç derneğin başarısı değildir. Hitler'in kişisel tercihi de “Wagner” olmuştur. Hitler, Wagner’e karşı derin bir bağlantı hissetmiş ve 1924 gibi erken bir tarihte, Almanya vizyonunu Wagner’in ifade edeceğini iddia etmiştir.

Hitler, gerek Wagner’in çocukları gerekse kızının kocası Houston Stewart Chamberlain ile görüşmektedir. Houston Stewart Chamberlain (1855-1926), Alman vatandaşlığına geçen bir İngiliz’dir. Önemli bir “Irk Teorisyeni” olan Chamberlain Wagner’in müziği ve düşünce yapısına duyduğu hayranlık sebebiyle Bayreuth’a yerleşir. Yazdığı “On Dokuzuncu Yüzyılın Temelleri” adlı kitabında, Pan-Tötonizm’i savunmaktadır. Yazdığı bu eserde, “Tötonik halklar” terimini kullanmış ve bu tanımın, Keltler, Tötonlar (Cermenler) ve Slavlar olarak ortaya çıkan ve belirlenemez biçimde karışarak modern Avrupa’daki halkları meydana getiren Kuzey Avrupa ırklarını ifade ettiğini belirtmiştir. Bu eser Almanya’da ve daha da önemlisi Naziler arasında büyük saygı görmüştür.

Hitlerin “Tanrının Almanya’ya gönderdiği bir hediye” olarak tanımladığı Chamberlain’a göre ırk, yaşayan bir organizmadır. Durağan olmayan bu yapı ilgilenilirse  asilleşirken, aksi halde bozulmaya mahkumdur. Sağlam bir milli birlik için önce ırksal yapının güvenle korunması gerekmektedir.

İşte bu ortamda Hitler, Bayreuth festivalini bir Nazi propagandası yapma ve faaliyetleri duyurmak için önemli bir fırsat olarak kullandı. Nazi Partisi olayları ifade ederken, özellikle Rienzi ve Die Meistersinger von Nurnberg operalarından alıntılar yaptı. Hitler, Bavyera'ya geldiğinde de daima Wagner'lerin evinde kalıyordu. Hatta, Hitler için bir ev yaptırılmıştı. Hitler, “Wagner Benim Dinimdir” dediği aileye o kadar yakındır ki, Münih ayaklanması öncesi hapse girmeden önce, bu eve gelerek Wagner ailesinin duasını almak istemiştir.

Son Söz:

Gerçek bir milliyetçi olan Wagner ile Nazizm arasındaki ilişkinin tespit edilmesi hiç de kolay değildir. Hitler, gerek yazılarında gerekse konuşmalarında nadiren Wagner’den bahsetmekte ve daha ziyade bir Alman lider ve vizyoner olduğunu ifade etmektedir.

Wagner’in bütün eserleri de anti-Semitizm ile ilgili olmamakla beraber, yazdığı yazılar ve ortaya koyduğu "Yahudi sorunu" kavramı ile Nazilerin çok hoşuna gittiği tartışılmaz bir gerçektir.

Tüm bu tartışmalı durum içinde Wagner, politika ile müziği sentezleyen, milliyetçilik ideallerini yapıtlarında sonuna kadar kullanan önemli bestecidir.

Ayrıca, opera tanımı üzerinde de çok önemli etki ve değişiklikler yapan Wagner, “Leitmotiv” gibi bir çok yenilikleri de ortaya koyarken, müzik ve tiyatronun, toplumların ahlaki yapılarını güçlendirmede önemli bir araç ve hatta bir silah olduğu gerçeğini bize hatırlatmaktadır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rind ve Zahid

Ey püser nîstî zi-hestî bih Büt-perestî zi-hod-perestî bih ( 1 ) XVI. yüzyılda yaşamış olan Fuzûlî’yi bilmeyen var mıdır? Bugün, lise edebiyat derslerimizden kalma bilgi lerimizi yokladığımızda aklımızda kalan tortu nedir? Şair, Türk Edebiyatı’nın en büyüklerindendir ancak, edebi lehçesi açısından Azeri Edebiyatının en önemli unsurlarından biri olarak da sayılmaktadır. Dili, yazım tekniği ve benzeri etkileri onu Osmanlı Şiiri’nin önemli bir figürü konumuna da getirmiştir. Gelelim Osmanlı Edebiyatı’nın bir örneği olarak nitelendirebileceğimiz   “Divân Edebiyatı’nın” genel özelliklerine. Her türde olduğu gibi bu edebiyat türü de şekil ve içerik açısından kurallara bağlıdır. Şairler, özellikle şekle tam bağlı kalmışlar içerikte ise yarattıkları farklılıklarla üsluplarını ortaya koymuşlardır. Özellikle içerikte İslam kurallarına ters düştükleri zaman, dindar okuyucudan tepki görmüşlerdir. Bu tepki, başka bir ifadeyle çatışma, rint ve zahit kavramlarıyla karşımıza çık

Sikkelerin Sırrı

  Murat GÜLGÖR, Mayıs 2012 Arapça “tevellu” kelimesinden türeyen "Mevlevî” tarikatına ait ritüeller hiç dikkatinizi çekti mi bilmem ama benim dikkatimi çeken bir çok şekil uygulaması var.  Ne yazık ki bunların büyük çoğunluğuna bir anlam verememekteyim. Elbette bu durum araştırmamı engellemiyor. Bu şekli şartlardan birisi de, dervişlerin bir kısmının sikkelerini kaşlarını örtecek kadar aşağı indirmelerine karşın, kalan kısmının sikkesini hafif yana ve arkaya takmaları ile ilgili. Acaba, bir anlamı var mı? Yoksa dönerken başlarından düşecek gibi mi oluyor? Elbette “sikkede neymiş?” diyenler olacak. Sikke kaynağı itibariyle, “damga”, “alâmet”, “kaide”, “namus” “kanun” ve “güç” anlamında kullanılmakta. Korkarım aklınıza ilk "madeni para" gelmiştir. Sikkenin bir anlamı da Mevlevi dervişlerin kullandığı, keçeden yapılmış silindirik külahtır. [1] Aslında çok da şaşırtıcı değil. Biri dünyevi gücü ifade ederken diğeri manevi gücü simgelemekte.

Kudüs Hz. Ömer Camii

Her yıl olduğu gibi 634 yılının Noel gecesi Hristiyan dünyasında kutlanıyor ve ibadet ediliyordu. Ancak Kudüs Patriği Sophronius'un vaazı her zamankinden daha farklıydı. Vaazda Ecnadeyn bölgesinde yapılan savaş sonucunda oluşan Müslüman fütuhatı uzun uzun anlatılıyor, Filistin'in güneyinin Müslümanlar tarafından fethedilmesi ile Hristiyan cemaat üzerinde oluşabilecek tehlikelere dikkat çekiyordu. Gerçekten de kısa bir süre sonra kuşatma ile karşı karşıya kalan Kudüs, kan dökülmeden teslim olur ve Halife Hz. Ömer Kudüs'e girer. Kudüs’e gelmesinde etkin olan İlya (Kudüs) halkının, diğer Şam şehirleri ile yapılan antlaşmalar gibi cizye ile haraç ödemek ve diğer şehirlerin halkına verilenlerin aynısı karşılığında ondan “eman” vermesini ve sulh yapılması dilemeleriydi. Ayrıca antlaşmanın bizzat Hz. Ömer b. Hattab tarafindan imzalanmasını istiyorlardı. [1] Hz. Ömer, kendisini karşılayan Patrik Sophronius'a Tapınak Tepesine yani yıkık olan Süleyman Mabedine gitmek is