Ana içeriğe atla

Saygısızlıkla Savaş Derneği

 

Bir süre önce gördüğüm bir afiş oldukça dikkatimi çekti. 
Nasıl çekmesin? 
İhap Hulusi tarafından hazırlanan “Vatandaş” adlı afiş çalışması, yıllara meydan okurcasına bize bakıyor ve yere tükürenlere, yasak dinlemeyenlere, herkesin rahatını bozanlara, daha farklı bir ifade ile saygısızlıkların her türlüsüne karşı tepkisiz kalmamamız gerektiğini duyuruyor.
Vatandaş, elinde tutuğu sloganları, en kibar haliyle, geçmişten geleceğe paylaşıyordu.
Afişin altında, “Saygısızlıkla Savaş Derneği” yazısı dikkatleri çekmektedir. Pek de sık rastlanamayacak derecede münhasır bir amaçla kurulmuş bulunan bu derneğin kuruluş hikayesi de ilginçtir.
Ülkemizin en önemli Anatomi Profesörlerinden olan Zeki Zeren, Ülkede gittikçe artan saygısızlıkların önlenebilmesi için tek çözümün, aydın kesimin saygısızlıklarla savaşmak gereğine inanması ve daha da önemlisi buna cesaret edebilmesi olduğunu düşünür ve bunu yakınları ile paylaşır. İşte bu düşünce Saygısızlıkla Savaş Derneği’nin kurulmasına sebep olur.
Böyle bir derneği kurmak, sokaklarda yaşanan olaylara her an müdahale edecek gücü kendinde bulmak, ne kadar da zor olsa gerek. Öncelikle, böyle bir girişimi yapabilecek kadar medeni cesarete sahip olan bu “Vatandaşı” tanımakla başlayalım.
Prof. Dr. Zeki Zeren, 1946 yılında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Yayınları arasından çıkardığı Latince-Türkçe-Osmanlıca Anatomi Sözlüğü ve Türk Anatomi Terimleri adlı eseri ile tıp dilinin Türkçeleştirilmesi çalışmalarında öncü bir yere sahiptir.  
Zeren’in hazırladığı ve önemli bir örnek teşkil eden bu eserde, kısa bir Latince gramerin yanı sıra binlerce Latince anatomi teriminin Osmanlıca ve Türkçe karşılıkları bulunmaktadır.
Bu ünlü hoca, bir sınav sırasında öğrencilerine tibeya kemiğinde kaç delik olduğunu sorar. İnsan ayağında bulunan bu kemikte bir delik vardır. Gel gör ki, o gün hocanın öğrencilere uzattığı kemik iki deliklidir. Bir öğrenci "hocam şu delik 'foremen nutrikum' ama ötekinin bilemiyorum" yanıtını verince kuvvetli bir azar işiterek dışarı çıkar. İçeri giren tüm öğrenciler kemiğin üstündeki bir delik için aynı yanıtı verir ve ikinci deliğin adını bilemezler. Sınavın sonunda hoca tüm öğrencileri toplar ve şu konuşmayı yapar: "Çocuklar, yarın doktor olacaksınız. Çok dar zamanlarda insan hayatını etkileyecek kararlar vereceksiniz. Ben size tibeya kemiğinde bir delik olduğunu öğrettim ama sizler, ikinci deliğin adını sorduğumda ciddi ciddi düşündünüz! Hiç biriniz, hocam o ikinci delik uydurma bir deliktir, demediniz. Evet, ikinci deliği kemiğe ben açtım. İlle de bir adı olsun istiyorsanız, o deliğin adı 'foremen zeki zeren'dir." der.
Ancak, Zeki ZEREN’in bu entelektüel kişiliğinin temellerini tespit edebilmek için gerekli olan bilgileri  Sarp BENGÜ’nün anlatımından alıntılar yaparak öğrenebileceğimizi düşünüyorum. (http://arastirmaci.blogcu.com/etiket/zeki%20zeren)
“Saygısızlıkla Savaş Derneği’ni kurup kimisinin diline dolanan Zeki Zeren, 1954 model Skoda arabasının bahçenin yanında küçük bir kapalı garajda durduğu tek katlı bahçe içinde küçük sevimli bir evde, Maltepe Süreyya plajında otururdu, halamla birlikte.
Zeki eniştenin nereli olduğunu hiç düşünmedim ama çorba içerken neredeyse Fransız olduğu düşünebilirdi. Paris anılarını anlatmaktan zevk alır "paşam paşam bak metrolarda çorbaları böyle içiyorlar” diye gösterip geniş fincanda çorbasını içtiği de olurdu. Hala fincanda çorba içerken onu anımsamamam mümkün değildir. Çoğunlukla da yemekte bir yer sofrasında üstüne mavi ya da kırmızı kareli yemek masası serilir, Zeki Zeren yine çizgi filmlerdeki gibi büyük bir peçeteyi kendi boynuna bağlar, bana da aynısından bir tane yapar, çok güzel porselen tabaklarda ya da kaselerde çoğunlukla domuz eti veya ürünlerinden oluşan yemeklerimizi yerdik. İlkokulun sonunda ben paketlerin üstünü okumaya başlamıştım pork yazısını görmeye ve anlamaya başladığımda "aaa enişte bunlar domuz eti diyesi oldum. Namaz kılan Halamın yememesinden üzüldüğü için bana çimdiği basmıştı, "paşam paşam o domuz etinden yapılmıyor, domuz çiftliğinde yetişmiş ineklerden yapılıyor, iyi oku" deyip elimden boş hazır çorba paketini kapıp çöpe atmış, nasıl da çocuğu kandırdım gibilerinden halamın da kıçına hafif bir şaplak atmış, Halam da kikirdemişti .
Zeki enişte yatmazdan önce geceliğini giyer ve yine çizgi filmlerdeki gibi kukuleta benzeri bir şapka takardı. Küçülmüş geceliklerinden birini de bana giydirmeyi ihmal etmezdi. Gece birisi bizi görse hayalet ailesi sanabilirdi. Bembeyaz lavanta kokulu geceliği ile yine Philips marka lambalı radyosunun başında İrandan gelme isli çayını içerek dinlediğimiz perşembe akşamlarının radyo tiyatrosunda heyecanlandığı zamanlar "hım hım efenim efenim efenim efenim" diye mırıldanır piposunu pof’latırdı. Astımı olan halam "efendim dumanınız dikkat edin" dediğinde "paşam paşam paşam"tamam tamam derdi.”
Zeki ZEREN başkanlığında kurulan derneğin amacı, dernek tüzüğünde çok kısaca ifade edilmektedir.
1)İstanbul’da belediye nizamlarını tanıtmak ve bu nizamların uygulanmasında, hemşehri yaşayışına sağlanması düşünülen karşılıklı faydaları anlatmak ve nizamlara saygıyı göstermeğe davet etmek.
2) İstanbul şehrinde ileri, medeni bir şehir topluluğu yaşayışının gerektirdiği karşılıklı saygı adabını kökleştirmek ve yaymak için çalışmak.
Derneğe birde kısa ad koyarlar “Sa.Sa.De.” Elbette bu amaçlara ulaşabilmek için bir de metodoloji belirlemek gerekecektir. Öncelikle tavsiye ve dilekler dinlenecek; bu dileklerin yaşama geçmesi için hem idari makamlar nezdinde, hem de basını kullanarak çaba gösterilecektir. Ayrıca, konferanslar düzenlemek, afişler hazırlamak, kitaplar yayımlamak da programın parçaları haline gelmiştir.

Derneğin birde rozeti vardır. Rozette bir göz pertavsız eşliğinde Kız Kulesi ile simgelenmiş olan İstanbul şehrine bakmaktadır.
Cemal Nadir, Amcabey vasıtasıyla bu rozetle dalga geçer. “Eğer bunun (yani rozetdeki pertavsızla bakan gözün) manası koca şehirde saygılı bir vatandaş aramaksa, rozete pertavsız yerine Diyojen’in meşhur fenerini koymak daha uygun olurdu.”der.
Bununla birlikte İstanbul’un o günkü toplumsal yapısı, derneğin yaygınlaşmasına ve üye sayısının artmasına olanak sağlamıştır. Özellikle; Zeki Rıza Sporel, Samih Nafiz Tansu, Süheyl Ünver, Fahrettin Kerim Gökay’ın üyelikleri, toplumda bu derneğe karşı duyulan güvenin artmasını sağlar. Vali ve Belediye Başkanlığı görevlerini yapan Lütfi Kırdar’ın fahri başkanlık görevini üstlenmesi çok önemli bir gelişmedir.
Bir gün Zeki Zeren, Kadıköy vapurunun alt salonunda yolculuk yaparken, uyarılarına aldırmayarak sigara içen üç öğrenciyi Kadıköy Emniyet Amirliği’ne çağırttığını anlatır. Bu ve benzeri olaylar dernek içinde önemli bir başarı olarak görülse de, polisle yaşanan bu ilişki “Halkın İçindeki Ajanlar” şeklinde olumsuz tepkiler almalarına da sebep olmuştur.
Zeki Zeren, çıktıkları bu yolda herhangi bir başarı sağlayabilmeleri için yapılması gerekenleri şu şekilde ifade eder: “Saygısızlık, ister bilerek, ister bilmeyerek olsun, üç şekilde önlenebilir: 1. Tavsiye, 2. İhtar, 3. Ceza. Birinci ve ikinci hususlar münevver zümrelerin işidir. Demin de söylediğim gibi, biz münevver muhitlerden fazla alaka görmedik, bizi daha ziyade sembolik bir varlık olarak karşıladılar. Bu vaziyet karşısında üçüncü çareye başvurmayı düşündük. Şehir Meclisine ve diğer ilgili makamlara müracaat ettik. Burada da karşımıza mevzuat çıktı. Bir netice elde edemedik.”
Saygısızlıkla Savaş Derneği 1952 yılında kendini feshetti. Bazıları için eleştirilecek bir gayret olarak tanımlansa da, bu Derneğin çok önemli bir miras bıraktığı açıktır: “Medeni Cesaret”.
Gelin şimdi bir projeksiyon yapalım ve bu derneğin hali hazırda çalıştığını düşünelim. Kendini geliştirme gayretinden uzak, tembelliği “Gelenek” adı altında yaşayan, Rafine zevk ve kültürler giden o acılı yollara sapmak yerine eskiyi, eskinin metotları ile üretmeyi ve tüketmeyi tercih eden bir toplumda karşımıza şu sonuçlar çıkacağı açıktır. Öncelikle derneğin birçok üyesinin şehit olacağını düşünüyorum. Ayrıca, dernek marjinal hale gelecek, bu derneğe üye olmayı düşünenler bile korktukları için üye olmayacaklardır.
Sayın Zeki ZEREN ve onun öncülüğünde gerçekleştirilen bu gayretler, aynı sosyal çevrede yaşayan insanların birbirlerini daha ileriye taşımak için bireysel inisiyatifler alabileceklerine dair önemli bir örnektir.

Kaynakça:
11 Mart 2007 Pazar Star Gazetesi Pazar İlavesi
19.08.2001 Sabah Gazetesi
Sarp BENGÜ, Zeki ZEREN (Tonton Eniştem) http://arastirmaci.blogcu.com/etiket/zeki%20zeren
http://arsiv.sabah.com.tr/2005/09/24/cp/yaz1363-30-130-20050924-101.html

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rind ve Zahid

Ey püser nîstî zi-hestî bih Büt-perestî zi-hod-perestî bih ( 1 ) XVI. yüzyılda yaşamış olan Fuzûlî’yi bilmeyen var mıdır? Bugün, lise edebiyat derslerimizden kalma bilgi lerimizi yokladığımızda aklımızda kalan tortu nedir? Şair, Türk Edebiyatı’nın en büyüklerindendir ancak, edebi lehçesi açısından Azeri Edebiyatının en önemli unsurlarından biri olarak da sayılmaktadır. Dili, yazım tekniği ve benzeri etkileri onu Osmanlı Şiiri’nin önemli bir figürü konumuna da getirmiştir. Gelelim Osmanlı Edebiyatı’nın bir örneği olarak nitelendirebileceğimiz   “Divân Edebiyatı’nın” genel özelliklerine. Her türde olduğu gibi bu edebiyat türü de şekil ve içerik açısından kurallara bağlıdır. Şairler, özellikle şekle tam bağlı kalmışlar içerikte ise yarattıkları farklılıklarla üsluplarını ortaya koymuşlardır. Özellikle içerikte İslam kurallarına ters düştükleri zaman, dindar okuyucudan tepki görmüşlerdir. Bu tepki, başka bir ifadeyle çatışma, rint ve zahit kavramlarıyla karşımıza çık

Sikkelerin Sırrı

  Murat GÜLGÖR, Mayıs 2012 Arapça “tevellu” kelimesinden türeyen "Mevlevî” tarikatına ait ritüeller hiç dikkatinizi çekti mi bilmem ama benim dikkatimi çeken bir çok şekil uygulaması var.  Ne yazık ki bunların büyük çoğunluğuna bir anlam verememekteyim. Elbette bu durum araştırmamı engellemiyor. Bu şekli şartlardan birisi de, dervişlerin bir kısmının sikkelerini kaşlarını örtecek kadar aşağı indirmelerine karşın, kalan kısmının sikkesini hafif yana ve arkaya takmaları ile ilgili. Acaba, bir anlamı var mı? Yoksa dönerken başlarından düşecek gibi mi oluyor? Elbette “sikkede neymiş?” diyenler olacak. Sikke kaynağı itibariyle, “damga”, “alâmet”, “kaide”, “namus” “kanun” ve “güç” anlamında kullanılmakta. Korkarım aklınıza ilk "madeni para" gelmiştir. Sikkenin bir anlamı da Mevlevi dervişlerin kullandığı, keçeden yapılmış silindirik külahtır. [1] Aslında çok da şaşırtıcı değil. Biri dünyevi gücü ifade ederken diğeri manevi gücü simgelemekte.

Kudüs Hz. Ömer Camii

Her yıl olduğu gibi 634 yılının Noel gecesi Hristiyan dünyasında kutlanıyor ve ibadet ediliyordu. Ancak Kudüs Patriği Sophronius'un vaazı her zamankinden daha farklıydı. Vaazda Ecnadeyn bölgesinde yapılan savaş sonucunda oluşan Müslüman fütuhatı uzun uzun anlatılıyor, Filistin'in güneyinin Müslümanlar tarafından fethedilmesi ile Hristiyan cemaat üzerinde oluşabilecek tehlikelere dikkat çekiyordu. Gerçekten de kısa bir süre sonra kuşatma ile karşı karşıya kalan Kudüs, kan dökülmeden teslim olur ve Halife Hz. Ömer Kudüs'e girer. Kudüs’e gelmesinde etkin olan İlya (Kudüs) halkının, diğer Şam şehirleri ile yapılan antlaşmalar gibi cizye ile haraç ödemek ve diğer şehirlerin halkına verilenlerin aynısı karşılığında ondan “eman” vermesini ve sulh yapılması dilemeleriydi. Ayrıca antlaşmanın bizzat Hz. Ömer b. Hattab tarafindan imzalanmasını istiyorlardı. [1] Hz. Ömer, kendisini karşılayan Patrik Sophronius'a Tapınak Tepesine yani yıkık olan Süleyman Mabedine gitmek is