Ana içeriğe atla

İdman Bayram'ından 19 Mayıs Bayramı'na

Beden Eğitimi Fikrinin Gelişimi
Türk eğitim tarihinde önemli bir yeri olan Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) sadece öğretim alanında değil, eğitim alanında da birçok yeniliğe öncü olmuştur. Beden eğitimi de bu yeniliklerden birisi olarak tarihe geçecektir. 1868’de bir Fransız öğretmen vasıtasıyla başlayan beden eğitimi faaliyeti, 1879'da bu konuya gönül vermiş bir Türk vatandaşıyla; Ali Faik Bey ile devam edecektir. Ali Faik (Üstünidman) Bey, Sultani’ye 1871'de girmiş ve mezun olur olmaz “terbiye-i bedeniye” dersini vermeye başlamıştır.

Ali Faik Bey’in en kabiliyetli öğrencilerinden birisi de Selim Sırrı Bey’dir. Sultani'yi bitirdikten sonra, İstanbul'un birçok okulunda jimnastik öğretmeni olarak görev alan ve 1909'da devlet tarafından İsveç'e gönderilen ve İsveç'te Beden Eğitimi Yüksek Öğretmen Okulu'nda eğitim alan Selim Sırrı Bey, yurda döndüğü 1910 yılından itibaren hem Muallim Mektebi'nde beden terbiyesi öğretmeni olmuş hem de Maarif Vekaleti'nde umumi müfettiş olarak görevlendirilmiştir.

Ancak bir özlemi vardı. Öğrencilerinin gelişimini halkla paylaşmak istemektedir. Tüm hareketlerin belirli bir disiplinle yapılacağı bu gösterilerde tam bir bütünlük olmalıydı. Ayrıca, bu tören her yıl aynı dönemde tekrarlanmalıydı. Böylece, başta beden eğitimi olmak üzere, spora karşı duyulacak sevgi ve alakanın artması da kaçınılmazdı. Bu amaçla tasarladığı faaliyete iki isim vermişti birincisi 'İdman Bayramı' ikincisi ise 'İlkbahar Talebe Bayramı'.

Gerek ritmin tutturulması gerekse, faaliyete karşı gösterilecek ilginin artması için bir de müzik ihtiyacı hasıl oldu.  Ancak bu işe ayrılacak zaman pek kısıtlıydı. Bu nedenle, İsveçli ünlü besteci Felix Korling'in "Tre Trallade Jantor" adlı şarkısını, bestekâr Zeki (Üngör) Bey'in yardımıyla yeniden düzenledi. Marş tamamdı ama bir de söz yazmak gerekiyordu. Bu konuda şair Ali Ulvi (Elöve) Bey devreye girecek ve "Dağ Başını Duman Almış"  güftesi ile tanıdığımız marş ortaya çıkacaktır.  

Asıl büyük sorun ise bu şenliklerin nerede yapılacağıydı. O dönem için en uygun yer hiç kuşku yok ki İttihad Spor Kulübü’nün sahasıydı.

Ayrı Bir Özveri Hikâyesi: İttihad Stadı
Dönemin önemli doktorlarından olan Cemil (Topuzlu) Bey, mesleğinde oldukça başarılıydı ve bu nedenle toplumda itibar görmekteydi. Özellikle Zeynep Kamil Hastanesinde yaptığı çalışmalar takdir edildi ve II. Abdülhamid'in saray cerrahlığına kadar yükseldi. 1905 yılı onun adına önemliydi, çünkü sevdiği askerlik mesleğinde II. Abdülhamid tarafından rütbesi müşirliğe yükseltilerek taltif edilmişti. Ancak, 1908 yılında II. Meşrutiyet'in ilanından sonra 1909’da çıkarılan Tasfiye-i Rüteb kanunuyla rütbesi miralaylığa indirilince askerlikten ayrıldı. 1912 yılında ise İstanbul Şehremini, bugünkü adı ile Belediye Başkanı olarak seçildi. Cemil (Topuzlu) Bey, Çiftehavuzlar semtindeki köşkünde bir yemek vermiş ve bu yemeğe Mr. Whittall adında bir İngiliz ile eski bahriye nazırı Arif Hikmet Paşa'da katılmıştı. Her dönemde olduğu gibi konu dönüp dolaşıp futbola gelmiş, İngiltere’de derneklerin futbolu önemli ölçüde desteklediğinden bahisle, gençlerin kuracakları derneklerle futbol sevgisini aşılayabilecekleri, bu nedenle Kadıköy semtinde bir futbol stadı kurulmasının faydalı olacağı hususunda görüş birliğine varılmıştı.

Kadıköy'lülerin ifadesi ile Papazın Bahçesi, resmi adı ile "Hadika-i Basariye" (Hadika, Saray Dışı Sultan Bahçesi) olarak anılan çayır, Mabeyn Başkâtibi Ali Cevad Bey vasıtasıyla II. Abdülhamid'den istendi. Sultan, yıllığı  30 altın karşılığında kiralanmasına karar verdi ve “Union Club” adına 20 yıllık sözleşme imzalandı. Ancak futbola duyulan ilginin azlığı sebebiyle kiranın ödenmesinde bile güçlükler yaşanmaktaydı. Birinci Dünya savaşının başlamasıyla İngilizlerin de düşman saflarına geçmesi ile stat neredeyse kapandı.

Bu sırada Karakol Cemiyetinden de tanıdığımız Kara Kemal ortaya çıktı ve “Union Club” adını “İttihad Spor Kulübü”;  sahanın adını ise “İttihad Stadı” olarak değiştirdi. İşte ilk İdman Bayramı da burada yapılacaktı.

İlk Bayram Törenleri:
29 Nisan 1916 günü İttihad Spor Kulübünün sahasında gerçekleştirilen ve saat 14.30’da başlayan törenlere ilgi büyük oldu. Resmigeçit ile başlayan törenlerde daha sonra çeşitli müsabakalar yapıldı. Bu sırada Gençlik Marşı’da ilk defa okundu. Gösteri yapan öğrencilerin başı açık, üstte beyaz gömlek altta ise siyah pantolonları vardı. Kuşak rengi olarak ise kırmızı tercih edilmişti. Selim Sırrı Bey nezaretinde sahaya çıkan Darulmualimin-i Aliye'den 200 öğrenci ise çeşitli jimnastik hareketleri yaptılar. Halat çekmeden, kasadan atlamaya; 100 metre koşudan, futbol karşılaşmasına kadar pek çok gösteri, başarıyla tamamlandı. Hiç kuşku yok ki bunlardan en önemlisi sahada öğrenciler tarafından oynanan zeybektir.

Tarcan Zeybeği:
İsveç yılları,  Selim Sırrı Bey’in hayatında önemli bir yer teşkil etmektedir. Orada aldığı eğitimin yanı sıra, İsveçlilerin kültürlerine verdikleri önem ve her seviyede bunu ifade etmeleri de O’nu etkilemiştir. İşte bu dönemde Sarı Zeybeğe önem vermiş ve onun melodisinde yaptığı değişiklikler ve ilave ettiği figürler ile yeni bir dans meydana getirmiştir.

Konuyu şu şekilde anlatır: “1916 yılında, bir metot dâhilinde başlangıcı ve sonu belli olan, muayyen figürleri olan yeni bir zeybek dansını vücuda getirmeğe karar verdim. Bunun için de evvelâ zeybek havaları içinde pek beğendiğim (Sarı Zeybek) türküsüne daha canlı, daha neşeli bir beste yaptım. 9/8 lik bir oyun havası vücuda getirdim. Gerek türkünün, gerek raksın milli karakterini muhafaza etmeğe dikkat ettim. Böylece (Tarcan Zeybeği) meydana çıktı.”

19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramına Doğru:
İlk Milli bayramımız “23 Nisan Bayramı”dır. TBMM’nin açılışının birinci yıldönümünde, yani 23 Nisan 1921’de kabul edilen “112” sayılı Kanunla, 23 Nisan bayram olarak kabul edilmiş, o gün Meclis tatil edilmiştir. 1935 yılından itibaren ise adı “Ulusal Egemenlik Bayramı” olarak değiştirilmiştir.

İkinci bayramımız ise “Hakimiyet Bayramı”dır. 2 Kasım günü saltanat kaldırılmış ve o sene 2 Kasım günü 12 Rebiulevvel’e rastlamıştır. Malum olduğu üzere 12 Rebiulevvel, Mevlid Kandilidir. Burdur mebusu İsmail Suphi Bey de bu günün millî bayram olarak ilânını teklif eder. O gün kabul edilen önergenin Kanun haline getirilmesi ise sonraya bırakıldı. Bu bayram günü önergesi yaklaşık bir yıl sonra, Cumhuriyet’in ilânından beş gün önce 24 Ekim 1923’te Meclis’te görüşülerek kabul edildi ve 362 sayılı Kanun, Hakimiyet Bayramı Kanunu yürürlüğe girmiş oldu. Bu Kanun ve buna bağlı bayram, 1935 senesine kadar yürürlükte kalacaktı.

Bir diğer bayramımız ise “Cumhuriyet Bayramı”dır. 29 Ekim 1923’te TBMM, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda yaptığı değişiklikle, hükümet şeklini cumhuriyete dönüşmüş ve aynı gece, 101 pare top atılmak suretiyle Cumhuriyet’in kutlanması Meclis’çe kararlaştırılmıştı. Konu ile ilgili Kanun teklifi 2 Şubat 1925 tarihinde verildi. 19 Nisan 1925’te kabul edilen 628 sayılı Kanun ile Cumhuriyetin ilânının, 29 Ekim 1925’ten itibaren, içeride ve dışarıda millî bayram olarak kutlanmaya başlanacağı belirtiliyordu.

Dördüncü bayramımız ise 30 Ağustos “Zafer Bayramı”dır. 30 Ağustos gününün bayram sayılması hakkındaki kanun tasarısı Müdafaa-ı Milliye Vekâleti tarafından hazırlanarak 7 Ocak 1926’ da Bakanlar Kurulu’na getirilmiş, 27 Ocak’ta Bakanlar Kurulu’nda görüşülerek TBMM’ne sevkine karar verilmiş ve 1 Nisan 1926’da kabul edilen 795 Sayılı Zafer Bayramı Kanunu ile 30 Ağustos gününün Cumhuriyet ordu ve donanmasının zafer günü olduğu, kara, deniz ve hava kuvvetleri tarafından kutlanacağı ve bugün askerî dairelerin tatil olunacağı belirtiliyordu.

Buraya kadar anlaşılıyor ki 19 Mayıs bayram değildir. Aslında 19 Mayıs’ın fiili bir sonuç olmaması, bir başlangıcı ifade etmesi ile diğer dört bayramdan ayrıldığını söylemek mümkündür.

Ancak, Samsun halkının 19 Mayıs’ı unutmaya pek de niyeti yoktur. 1926’da 19 Mayıs’ı “Gazi Günü” ilân ederek kutlama törenleri düzenlemeye başlarlar. 1927 kutlamalarını Samsun vilâyet gazetesi şu şekilde anlatır: “Samsunlular, tarihin kendilerine bahşettiği bu şerefli fırsatı fevt etmeyerek vak’ayı geçen sene tesbit ve memleket (yani Samsun) hesabına bir bayram olarak kabul eylediler. Bu bayram iki senedir büyük tezahüratla tes’id olunuyor. Bundan sonra da devren alâ devr tes’id olunacağına şüphe edilemez. Fakat gönül pek arzu ederdi ki istiklâl ve inkılâp tarihinde pek mühim olan bugün, umum vatan için tebcil ve tes’id olunsun. Bu gün de inkılâp ve ihtilâlin başlangıcı olmak hasebiyle sair bayramlar arasına girsin.”

Genç Cumhuriyet Selim Sırrı (Tarcan) Bey tarafından uygulanmaya başlanan Bayramını da unutmamıştır.  Maarif Vekilliği’nin 25 Şubat 1927 tarihinde yayımladığı “Talebe Bayramı Hakkında Talimatname” önemli bir adım olarak karşımıza çıkacaktır.
Talimatname'ye göre, her yılın mayıs ayının beşinci günü, okulların bayram günüdür ve o gün her örgenci okulunda bulunacak, müdür ve muallimlerle bayram yeri kabul edilen bir yere gidilecektir. Bu yer, civardaki uygun yerler arasından seçilecektir. Bu bayramla, öğrencilerin bir arada serbest bir gün geçirmeleri sağlanacak ve ayrıca bu kutlama yapılırken tek düze dondurulmuş programlardan ve gösterişten uzak durulacaktır.
Aynı Talimatnamenin son maddesinde ise bir İdman Bayramından söz ediliyordu: "Muallim mektepleriyle orta mektepler ve lise talebesi arasında idman ve spor müsabakaları, yapılması caizdir ve bunun için ayrıca bir idman bayramı yapılabilir. İlk mektepler için böyle bir idman bayramı yapılamaz ve ilk ve orta mektepler talebesi arasında spor ve idman müsabakaları icrası da caiz değildir."
İşte bu Talimatname ile her mayıs ayının üçüncü cuma günü idman bayramı kutlanacaktır. Ancak kutlamaların adı bazen "Jimnastik Şenlikleri" olurken bazen de "Jimnastik Bayramı" "Mektepliler İdman Bayramı" veya “Okul Bayramı”  olarak da anılmaktaydı.
Artık bütün yurtta yapılan kutlamalar, idman bayramı ve Atatürk'ün Samsun'a çıkışının yıldönümü olarak kutlanıyordu.  20 Mayıs 1936 tarihli Ulus gazetesinde yer alan haber de oldukça dikkat çekiciydi: "Dün Ankara, Milli Şef Atatürk’ün yurdu kurtarmak için Samsun'a çıkışının yıl dönümünü coşkunca kutladı. " 
Mustafa Kemal Atatürk bugünün, Türk gençliğine ve Türk sporculuğuna tahsis edilmesini, devletin devamlılığını da dikkate alarak, istiyordu. Gerek işlerinin yoğunluğu gerekse sağlık sorunları bu gösterileri izlemesinin önünde bir engel teşkil etmekteydi. 19 Mayıs 1938 günü yapılan gösteriler de bunlardan biri olacaktır.

Ankara’da Paolo-Vietti Violi'nin tasarımı ile yapılan "Ankara Stadyumunda" o güne kadar eşi olmayan bir kalabalık önünde gösteriler sürerken hoparlörlerden bir öneri okundu. Binlerce kişinin imzaladığı bu öneride, Atatürk'ün Türk vatan ve istiklâlini kurtarmak üzere Samsuna çıktığı 19 Mayıs gününün Gençlik ve Spor Bayramı olarak kabulü ve Ankara Stadyumunun adının "19 Mayıs Stadyumu" olarak adlandırılması talep ediliyordu. Bu atmosferde Şükrü Kaya her iki önerinin de derhal yerine getirileceğinin müjdesini oracıkta veriyordu.

Atatürk ölümünden yaklaşık altı ay kadar önce yapılan bu gösteriye de katılmayacaktı. Çünkü aldığı ani bir kararla Mersin ve civar bölgesinde Ordu teftişine çıkacaktı. Atatürk’ü Mersin’e götürecek tren saat 17.00’da hareket edecekti ancak O saat 15.00 civarında Çankaya Köşkünden ayrıldı. Biraz vakti vardı. Ankaralılar bir süredir Atatürk’ün hasta olduğu söylentisini duyuyor ve içten içe üzülüyorlardı. Pek de dışarı çıkmaması bu söylentileri güçlendiriyordu.  Saat 15.30 sularında Stadyumda beliren Atatürk’ü gören Ankaralılar, büyük önderi, büyük bir coşku ve sevinçle karşıladılar. Atatürk, gösterileri izledikten sonra halkı selamlayacak ve Stadyumdan ayrılacaktır.

 
Artık bu günün bir bayram olarak kutlanması için gerekli idari tedbirlerin alınması gerekmekteydi. Kaldı ki, 1937 yılında gerçekleştirilen 10. İdman Bayramı için yayımlanan Cimnastik Şenlikleri Talimatnamesi’nin 1. maddesi şu şekli almıştı: "Her yıl lise, orta ve öğretmen okulları ve teknik okullarının iştiraki ile yapılacak Cimnastik Şenliği, Atatürk'ün Milli Mücadelenin başına geçmek üzere Anadolu'ya ayak basmış olduğu 19 Mayıs günü yapılır”

Bu sırada İçişleri Bakanlığının, 2739 Sayılı Kanunun 2. maddesine bir fıkra eklenmesi hususunda hazırlamış olduğu yasa tasarısı, Bakanlar Kurulu’nda görüşülerek, 1 Haziran’da TBMM Başkanlığı’na sunuldu ve 20 Haziran’da kabul edildi. Böylece 20 Haziran 1938 tarih ve 3466 sayılı Kanunla 2739 Sayılı Kanun’un ikinci maddesine aşağıdaki fıkra eklenmiş oldu:
“G) Gençlik ve Spor Bayramı, Mayıs’ın 19 uncu günü”

Acaba, 19 Mayıs’ın ayrıca bir bayram olarak kutlanması kararı, Cemal Kutay’ın belirttiği gibi, Atatürk’ün hastalığının acı bir gerçek olarak ortaya çıkmasıyla ilgili miydi? Bunu hiç bilemeyeceğiz ancak bir gerçek var ki bu Bayram, bir avuç özverili insanın gayretleri ile ortaya çıkan “İdman Bayramı” ile Milli Mücadele’nin başarı ile sonuçlanması ile Samsun’dan bütün yurda yayılan “Gazi Günlerinin” bir sonucu olacaktır.

Kaynakça:
1)       Dr. Özbay Güven, "Osmanlı'dan Cumhuriyete Gençlik ve Spor Bayramları",Toplumsal Tarih, S. 65, Mayıs 1999
2)       Selim Sırrı Tarcan, Tarcan Zeybeği, Ülkü Basımevi, İstanbul-1948
3)       Sermet Muhtar Alus, İstanbul Kazan Ben Kepçe, İletişim Yayınları, İstanbul, 1995, S. 205
4)       Dr. Rüştü Dağlaroğlu, Fenerbahçe Spor Kulübü Tarihi 1907-1957, İstanbul Matbaası, İstanbul, 1957
5)       Ziyad Ebüzziya, Sahir Kozikoğlu, 1921-1933 Galatasaray Tarihçesi,  Galatasaray Eğitim Vakfı Yayını: 8, İstanbul
6)       Mekteplilerin İdman Bayramı ve Samsun Posta Tarihi, Türkiye Barolar Birliği Yayınları: 177, Mayıs 2010, Ankara
7)       Dr.Özbay Güven, "Osmanlı'dan Cumhuriyete Gençlik ve Spor Bayramları", Toplumsal Tarih, S.65, Mayıs 1999,S.33
8)       Prof. Dr. Dursun Ali Akbulut,  Samsun’un “Gazi Günü” ya da 19 Mayıs Bayramı, Atatürk Araştırma Merkezi Dergisi,  Sayı 33
9)       Prof. Dr. Utkan Kocatürk, Doğumundan Olümüne Kadar Kaynakçalı Atatürk Günlüğü 2. basım, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, Ankara, 1992
10)   Hıfzırrahman Raşit Öymen, "Mustafa Kemal'in Eğitimle İlişkileri ve Türk Eğitimine Etkileri", Atatürk Konferansları VI, 1973-1974, Türk Tarih Kurumu Yayını, Ankara, 1977
11)   Ulus, 20 Mayıs 1938
12)   Ülkü, S. 64, Haziran 1938, S. 361
13)   Samsun, 24 Mayıs 1927, N. 118.
14)   Samsun, 15 Mayıs 1927, N. 115.
15)   Samsun, 17 Mayıs 1927, N. 116.
16)   Hâkimiyeti Milliye, 23 Mayıs 1933
17)   La Turquie Kemaliste, No. 30, Avril 1939
18)   TBMM Zabıt Ceridesi, C. 24, Ankara 1960, s. 315-316.
19)   TBMM Zabıt Ceritesi, Devre II, C. I, Ankara, ? , s. 14-16;
20)   Gotthard Jaeschke, Türk Kurtuluş Savaşı Kronolojisi, C. II, Ankara 1973, s. 43.
21)   TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, C. 3, Ankara, ? , s. 99.
22)   TBMM Zabıt Ceridesi, Devre II, C. 18, (Ankara) 1976, s. 164-167.
23)   “Milli Mücadele’nin iki Yüzü” Sabah Gazetesi, 11.6.1995.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rind ve Zahid

Ey püser nîstî zi-hestî bih Büt-perestî zi-hod-perestî bih ( 1 ) XVI. yüzyılda yaşamış olan Fuzûlî’yi bilmeyen var mıdır? Bugün, lise edebiyat derslerimizden kalma bilgi lerimizi yokladığımızda aklımızda kalan tortu nedir? Şair, Türk Edebiyatı’nın en büyüklerindendir ancak, edebi lehçesi açısından Azeri Edebiyatının en önemli unsurlarından biri olarak da sayılmaktadır. Dili, yazım tekniği ve benzeri etkileri onu Osmanlı Şiiri’nin önemli bir figürü konumuna da getirmiştir. Gelelim Osmanlı Edebiyatı’nın bir örneği olarak nitelendirebileceğimiz   “Divân Edebiyatı’nın” genel özelliklerine. Her türde olduğu gibi bu edebiyat türü de şekil ve içerik açısından kurallara bağlıdır. Şairler, özellikle şekle tam bağlı kalmışlar içerikte ise yarattıkları farklılıklarla üsluplarını ortaya koymuşlardır. Özellikle içerikte İslam kurallarına ters düştükleri zaman, dindar okuyucudan tepki görmüşlerdir. Bu tepki, başka bir ifadeyle çatışma, rint ve zahit kavramlarıyla karşımıza çık

Sikkelerin Sırrı

  Murat GÜLGÖR, Mayıs 2012 Arapça “tevellu” kelimesinden türeyen "Mevlevî” tarikatına ait ritüeller hiç dikkatinizi çekti mi bilmem ama benim dikkatimi çeken bir çok şekil uygulaması var.  Ne yazık ki bunların büyük çoğunluğuna bir anlam verememekteyim. Elbette bu durum araştırmamı engellemiyor. Bu şekli şartlardan birisi de, dervişlerin bir kısmının sikkelerini kaşlarını örtecek kadar aşağı indirmelerine karşın, kalan kısmının sikkesini hafif yana ve arkaya takmaları ile ilgili. Acaba, bir anlamı var mı? Yoksa dönerken başlarından düşecek gibi mi oluyor? Elbette “sikkede neymiş?” diyenler olacak. Sikke kaynağı itibariyle, “damga”, “alâmet”, “kaide”, “namus” “kanun” ve “güç” anlamında kullanılmakta. Korkarım aklınıza ilk "madeni para" gelmiştir. Sikkenin bir anlamı da Mevlevi dervişlerin kullandığı, keçeden yapılmış silindirik külahtır. [1] Aslında çok da şaşırtıcı değil. Biri dünyevi gücü ifade ederken diğeri manevi gücü simgelemekte.

Kudüs Hz. Ömer Camii

Her yıl olduğu gibi 634 yılının Noel gecesi Hristiyan dünyasında kutlanıyor ve ibadet ediliyordu. Ancak Kudüs Patriği Sophronius'un vaazı her zamankinden daha farklıydı. Vaazda Ecnadeyn bölgesinde yapılan savaş sonucunda oluşan Müslüman fütuhatı uzun uzun anlatılıyor, Filistin'in güneyinin Müslümanlar tarafından fethedilmesi ile Hristiyan cemaat üzerinde oluşabilecek tehlikelere dikkat çekiyordu. Gerçekten de kısa bir süre sonra kuşatma ile karşı karşıya kalan Kudüs, kan dökülmeden teslim olur ve Halife Hz. Ömer Kudüs'e girer. Kudüs’e gelmesinde etkin olan İlya (Kudüs) halkının, diğer Şam şehirleri ile yapılan antlaşmalar gibi cizye ile haraç ödemek ve diğer şehirlerin halkına verilenlerin aynısı karşılığında ondan “eman” vermesini ve sulh yapılması dilemeleriydi. Ayrıca antlaşmanın bizzat Hz. Ömer b. Hattab tarafindan imzalanmasını istiyorlardı. [1] Hz. Ömer, kendisini karşılayan Patrik Sophronius'a Tapınak Tepesine yani yıkık olan Süleyman Mabedine gitmek is