Ana içeriğe atla

Balığına Sahip Çık

 
Bu başlığı okuduğunuzda bir miktar şaşırabilirsiniz. Haklısınız.
Neden böyle bir yazıya ve dolayısıyla başlığa ihtiyaç duydum?
Balığa sahip çıkmak için bu güzel Vatan’ın bütün kaynaklarına sahip çıkmak gerekir.
Balıklarımız da önemli varlıklarımızdandır. 
Bir miktar geriye gidelim.

Meclis-i Mebusan’ın 4 Mart 1325 tarihli toplantısı sürmektedir.  Manastır Mebusu Mehmet Vasıf ile birlikte bazı mebuslar aşağıdaki önergeyi verirler. [1]

“Meclisi Mebusan Riyaseti Celilesine Manastır vilayetinde Ohri gölünde ahalii mahalliyenin eskadim hakkı saydı var iken, mezbur gölün idaresi Düyûn-ı Umûmiye geceliden beri ahali bu haktan mahrum edilerek göl tahtı inhisara alınıp mültezimler hariçten seyyad getirip balık avlamakta ve balıkları kezalik inhisar suretiyle satmakta bulunduklarından, öteden beri gerek Ohri ve gerek İstarva'da ve göl sahilinde bulunan 5, 10 köyde meskûn olup bu gölde saydedilen ve balık alıp satmakla meşgul ve müteayyiş olan binlerce ahalii fukara sanat ve ticaretten mahrum ve nihayetsiz fakra sefalete mahkûm olduklarından, bu inhisarın ref'iyle ahalinin taâmülen sabit bulunan hakkı kadimine yeniden mazhariyeti hususunun tahtı karara alınmasını teklif ve talep eyleriz.”

Manastır Mebusu Mehmet Vasıf Efendi başvurusuna konu olan hususları şöyle açıklar; “Ohri gölü iki Kaza’nın sınırları içinde kalır. Her iki Kaza’nın halkı bu gölden avlanarak geçinir.  Avlanan balıklar serbest olarak alınıp satılırdı. Ancak yaklaşık beş senedir Düyûn-ı Umûmiye balık avını yasakladı. Kendileri tarafından görevlendirilen avcılar balıkları tutuyor ve Düyûn-ı Umûmiye adına satıyorlar. Artık vatandaşın geçinmesi de mümkün olmamaktadır.”

Halep Mebusu Ali Cenani Bey söz alarak durumun daha da vahim olduğunu, sadece deniz ve göllerde değil nehirlerde avlanan balıklarında Düyûn-ı Umûmiye ait olduğunu ifade eder.

Bilindiği üzere, Muharrem Kararnamesi ile Rüsüm-ı Sitte denilen tuz, tütün, ispirto, pul, ipek ve balık resimlerinin idaresi ile iç ve dış bütün borçların tasfiyesi Düyûn-ı Umûmiye İdaresi’ne bırakıldı. Aslında bu faaliyet önceleri vergilerin toplanması olarak uygulansa da daha sonraları Mal veya hizmetin tamamen Düyûn-ı Umûmiye’nin eline geçmesi haline geldi. İşte böylece balığına bile sahip çıkamaz hale geldik.

Bu, “vergi denetimi” olarak adlandırılan sömürü düzeni ancak, Mustafa Kemal’in önderliğinde kurulan Milli Devlet ile son bulacaktır. Ancak, Lozan Antlaşması gereğince,  borçların ödenmesine devam edilecek,  ilk borcun alındığı 1854 yılından tam 100 yıl sonra, yani 1954 yılında, en son taksit ödenebilecektir.
Sahip Çıkılması Gereken Bir Başka Varlığımız : Türkçemiz  
Yıl 1926, artık Türkiye’nin Düyûn-ı Umûmiye belası ortadan kalkmıştır. Ama Ohri Gölü ile o bölgenin “saydi” de kopup gitmiştir.

Artık elimizde kalan Misak-ı Milli ile belirlenmiş Vatan toprağının bir kısmı ile onun üstündeki ve altındaki varlıklardır. Bu varlıklardan en önemlisi olan insandır ve vatandaşların Türkçe vaıtasıyla birbirlerini "tam olark" anlamaları kaçınılmaz bir zorunluluktur.

20 Nisan günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 88. Toplantı yapılmaktadır. Başkanlığa verilen Kanun tekliflerinden birisi de “Zabıtai Saydiye ve İstanbul ve Tevabii Balıkhane İdareleri Nizamnamelerinin Bazı Mevadını Muaddil Kanun” Tasarısıdır.

Anlamakta ve hatta ismi okumakta güçlük çektiğimiz ortada.  Sadece biz mi? O günkü konuşmalara dönelim:

REİS — Birinci madde hakkında mütalaa var mı efendim?

TUNALI HİLMl BEY (Zonguldak) — Efendim, (Balık avlama) tâbiri varken (saydi mahi) ne demektir? Anlamıyorum.

KÂZIM VEHBİ BEY (Ergani) — Lügata baksın!

TUNALI HİLMİ BEY (Zonguldak) — O benim lügatim değildir. Ben bakarsam (balık avlama) lügatına bakarım.

TUNALI HİLMİ BEY (Zonguldak) — Efendim, Ticaret Vekilimiz ana dilimize taraftar mıdır, değil midir? Ben diyorum ki bu Türkçe olmayan terkipler ve saire ve saire için takrirler verecek olursam işin içinden katiyen çıkamam, takrirci olur çıkarım. İkincisi ellerinde, salâhiyetleri dahilindedir, ifademi takririm olmaksızın da kabul buyururlarsa zannederim Makamı Riyaset de kabul buyurur. (Zabıtai saydiye) yerine acaba (Balıkçılık zabıtası) diyemez miyiz? (Balıkhane) tâbiri yanlıştır. Çünkü (Balık) (Türkçe), (hane) Farisidir. Bu farisi bir terkiptir. O halde nasıl (balıkhane) deriz? Sonra (saydı mahî) yerine niçin (balık avlama) demiyoruz? Bunları kabul ediyor musunuz, Vekil Beyefendi? (Kâfi sesleri.)

Bunun üzerine, Çanakkale Mebusu Mehmet Bey bir öneri sunar:

“Maddedeki saydı mahî tabirinin balık avlamak tarzında tahririni teklif ederim.”


REİS — Çanakkale Mebusu Mehmet Beyefendi (Saydı mahî) tâbiri yerine (balık avlamak) tâbirinin (deniz avcılığı sesleri). Müsaade buyurunuz efendim, maddede (saydi mahî) tâbiri vardır. (Saydi mahî) yerine (balık avlama) (gürültüler) rica ederim efendim teklif budur. Teklifi nazarı dikkate alanlar lütfen el kaldırsın... Almayanlar el kaldırsın... Nazarı dikkate alınmamıştır.
Tunalı Hilmi Bey’in tepkisi oldukça manidardır.

TUNALI HİLMİ BEY (Zonguldak) — Ah, koca Türk oğlu Türkler![2]

Vatanın En Önemli Varlıklarında Olan “Türk Dilini” Önemseyen Tunalı Hilmi Beye Selam Olsun…  


[1] Meclisi Mebusan Zabıt Ceridesi, t : 42, 4 Mart 1325, C : 1
[2] T.B.M.M Zabıt Ceridesi, 20.4.1926, C:1, İ:88

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rind ve Zahid

Ey püser nîstî zi-hestî bih Büt-perestî zi-hod-perestî bih ( 1 ) XVI. yüzyılda yaşamış olan Fuzûlî’yi bilmeyen var mıdır? Bugün, lise edebiyat derslerimizden kalma bilgi lerimizi yokladığımızda aklımızda kalan tortu nedir? Şair, Türk Edebiyatı’nın en büyüklerindendir ancak, edebi lehçesi açısından Azeri Edebiyatının en önemli unsurlarından biri olarak da sayılmaktadır. Dili, yazım tekniği ve benzeri etkileri onu Osmanlı Şiiri’nin önemli bir figürü konumuna da getirmiştir. Gelelim Osmanlı Edebiyatı’nın bir örneği olarak nitelendirebileceğimiz   “Divân Edebiyatı’nın” genel özelliklerine. Her türde olduğu gibi bu edebiyat türü de şekil ve içerik açısından kurallara bağlıdır. Şairler, özellikle şekle tam bağlı kalmışlar içerikte ise yarattıkları farklılıklarla üsluplarını ortaya koymuşlardır. Özellikle içerikte İslam kurallarına ters düştükleri zaman, dindar okuyucudan tepki görmüşlerdir. Bu tepki, başka bir ifadeyle çatışma, rint ve zahit kavramlarıyla karşımıza çık

Sikkelerin Sırrı

  Murat GÜLGÖR, Mayıs 2012 Arapça “tevellu” kelimesinden türeyen "Mevlevî” tarikatına ait ritüeller hiç dikkatinizi çekti mi bilmem ama benim dikkatimi çeken bir çok şekil uygulaması var.  Ne yazık ki bunların büyük çoğunluğuna bir anlam verememekteyim. Elbette bu durum araştırmamı engellemiyor. Bu şekli şartlardan birisi de, dervişlerin bir kısmının sikkelerini kaşlarını örtecek kadar aşağı indirmelerine karşın, kalan kısmının sikkesini hafif yana ve arkaya takmaları ile ilgili. Acaba, bir anlamı var mı? Yoksa dönerken başlarından düşecek gibi mi oluyor? Elbette “sikkede neymiş?” diyenler olacak. Sikke kaynağı itibariyle, “damga”, “alâmet”, “kaide”, “namus” “kanun” ve “güç” anlamında kullanılmakta. Korkarım aklınıza ilk "madeni para" gelmiştir. Sikkenin bir anlamı da Mevlevi dervişlerin kullandığı, keçeden yapılmış silindirik külahtır. [1] Aslında çok da şaşırtıcı değil. Biri dünyevi gücü ifade ederken diğeri manevi gücü simgelemekte.

Kudüs Hz. Ömer Camii

Her yıl olduğu gibi 634 yılının Noel gecesi Hristiyan dünyasında kutlanıyor ve ibadet ediliyordu. Ancak Kudüs Patriği Sophronius'un vaazı her zamankinden daha farklıydı. Vaazda Ecnadeyn bölgesinde yapılan savaş sonucunda oluşan Müslüman fütuhatı uzun uzun anlatılıyor, Filistin'in güneyinin Müslümanlar tarafından fethedilmesi ile Hristiyan cemaat üzerinde oluşabilecek tehlikelere dikkat çekiyordu. Gerçekten de kısa bir süre sonra kuşatma ile karşı karşıya kalan Kudüs, kan dökülmeden teslim olur ve Halife Hz. Ömer Kudüs'e girer. Kudüs’e gelmesinde etkin olan İlya (Kudüs) halkının, diğer Şam şehirleri ile yapılan antlaşmalar gibi cizye ile haraç ödemek ve diğer şehirlerin halkına verilenlerin aynısı karşılığında ondan “eman” vermesini ve sulh yapılması dilemeleriydi. Ayrıca antlaşmanın bizzat Hz. Ömer b. Hattab tarafindan imzalanmasını istiyorlardı. [1] Hz. Ömer, kendisini karşılayan Patrik Sophronius'a Tapınak Tepesine yani yıkık olan Süleyman Mabedine gitmek is