Ana içeriğe atla

Selanik Kız Vakası


Bundan bir süre önce, Yunanistan'da krizin tetikleyicisi olarak görülen ve protestocuların hedefindeki isim haline gelen Almanya Başbakanı Angela Merkel'e duyulan öfke sokağa taşmış, Merkel'in ülkeyi ziyaretinde Almanya'ya karşı tavrını açıkça belli eden öfkeli Yunanlılar, Alman heyetinde bulunan Almanya'nın Selanik Başkonsolosu Wolfgang Hoelscher- Obermaier’i tartaklamışlardı.[1]

Wolfgang Hoelscher-Obermaier, bizim için de yabancı bir isim değil.  Şubat 2011 tarihinde, Almanya’nın Selanik Konsolosluğu’nun kuruluşunun 125. yılı törenlerinde yaptığı konuşmada[2], 6 Mayıs 1876 tarihinin Osmanlı ile ilişkilerde bir dönüm noktası olduğunu, Konsolos Abbott ile birlikte bir Fransız Konsolosunun da Müslümanlar tarafından öldürüldüğünü, aslında bu olayın, o dönem itibariyle kimsenin aklına getiremeyeceği, Fransız-Alman uzlaşmasının bir örneği olduğunu ifade etmekteydi.

Neydi bu uzlaşı ve nasıl sonuçlanmıştı. Bunu, uzlaşının sonucuna şahitlik eden Pierre Loti’den dinlemek gerekir.

Gerçek adı ile Louis Marie Julien Viaud Loti’nin Osmanlı coğrafyası ile tanışması, Gladiateur adlı gemi ile Selanik limanına ulaşması ile başlar. Kaderin garip bir tecellisidir ki, o gün gördüğü manzara altı Müslüman’ın idamıdır.

Gördüklerinden o kadar çok etkilenir ki, ünlü eseri Aziyade'nin ilk satırlarında yer bulur.

“Güzel bir Mayıs günü, güzel bir güneş, bulutsuz bir gökyüzü!.. Limanı ziyaret eden savaş gemilerinin filikaları kıyıya yanaştıkları sırada cellatlar rıhtım üzerinde işlerinin artık sonuna varmış bulunuyorlardı. Altı asılmış insan halkın gözleri önünde son korkunç çırpınışlarıyla kıvranıyorlardı… Pencereler, damlar seyircilerle dolu idi.  Yakındaki bir balkon üzerinde, büyük Türk memurları bu manzaraya gülümseyerek bakıyorlardı.

İdam işi için gerekli malzemeler hususunda sultanın hükümeti az masraf etmişti. Gerçekten darağaçları o kadar kısa idi ki; asılan insanların çıplak ayakları adeta toprağa temas ediyordu. Tırnakları kum üzerinde gıcırdamakta idi.

İdam işi son bulunca, askerler çekildiler ve asılanlar gün batıncaya kadar halkın bakışları karşısında sergide kaldılar.

Doğu bunalımının başlangıcında Avrupa’da gürültüye sebep olan konsolosların katline karşı bir nevi tarziye olmak üzere, bu toptan idamları Fransız ve Alman Hükümetleri istemişlerdi.

Bütün Avrupa Devletleri, Selanik Limanı’na muhteşem kruvazörler yollamış bulunuyorlardı. İngiltere kendisini ilk temsil ettirenler meyanında idi ve bu sûretle Majestelerinin korvetlerinden biriyle de ben gelmiştim.”[3]

İdamların gerekçesi neydi? Loti, pek de bununla ilgili değildi. O, insanın birbirine yaptığı mezalimi, Selanik’in güzel siluetinin yansımasında anlatmaya gayret ediyordu.

Tarihte "Kız Vakası" ya da "Selanik Vakası" olarak adlandırılan olay, Avrethisarlı bir Bulgar kızın İslâmiyet'i inceleyerek Müslüman olmak istemesi veya bazı kaynaklardaki ifadeyle; Kasabanın tahsilat memuru Emin Efendiye (bazı kaynaklarda ise bu kişinin subay olduğu söylenir) duyduğu aşk sebebiyle Müslüman olması ile başlar.

‘Kızın, Müslüman kadınlar gibi giyinip, trenle Selanik istasyonuna kadar gelmesiyle olaylar tırmanır. Durumu haber alan bazı Hıristiyanlar Selanik'teki Amerikan Konsolosluğu'na telgraf çeker. Çoğunluğu Bulgar ve Rum’lardan oluşmuş 100-150 kişilik bir grup, kızı hükümete götürecek olan üç zaptiyenin elinden zorla alarak, yaşmağını ve feracesini yırtarlar. Bunların elinden kurtulmak isteyen kız, Müslümanlardan yardım istemek için bağırır. Bu sırada yardıma koşanlardan birkaç Müslüman dövülür. Kız, Rus kökenli Amerikan Konsolosunun arabasıyla Konsolosluğa götürülür. Bu olay üzerine galeyana gelen yaklaşık beş bin kişilik Müslüman grup da kızın geri verilmesi için Selanik'teki Selim Paşa Camisinde toplanır. Kendilerini sakinleştirmeye gelen Selanik Valisi Baytar Mehmet Refet Paşa'yı ve yanındakileri medreseye kilitleyerek Amerikan Konsolosluğu'nu basarlar. Onları yatıştırmak için olaya müdahale eden Fransız Konsolosu Moulin ve Alman Konsolosu Abbott'u linç ederler. Artık olaylar iyice çığırından çıkmıştır. Halk nihayet, İngiliz Konsolosu'nun devreye girip kızı Selanik'teki Osmanlı makamlarına teslim etmesiyle yatışmış görünür.’ [4] 

Selanik vakası sonucunda, Avrupa basınında büyük bir fırtına kopar. Yaşananlar Müslüman-Hıristiyan çatışması olarak gösterilir.

Bu olay, başta Ruslar olmak üzere bazılarının beklediği fırsatı doğurmuştur. Aslında Rus Devleti, 1871 yılında Sadrazam Ali Paşa’nın ölümü ile yerine geçen ve Rusya yanlısı olması sebebiyle Nedimof olarak isimlendirilen Mahmut Nedim Paşa’dan memnun görünüyordu. Dönemin İstanbul Rus Büyükelçisi olan İgnatiev, Osmanlı’ya önemli bir yakınlık sergiliyormuş gibi davranıyor ancak, gizliden gizliye Panslavizm hareketlenmelerinde örgütleyici bir rol oynuyordu. Hatta, etrafında topladığı yaklaşık 150 kişilik Hırvat koruma gücü halk arasında büyük tepki görüyor ve Osmanlı’nın otorite kaybının işareti olarak yorumlanıyordu.[5]  

Selanik vakası sonucunda Avrupa basınının yarattığı haçlı havasından istifade eden ve başını İgnatiev’in çektiği bir grup yabancı devlet temsilcisi İstanbul'da bir karar alır. Eğer suçlular bulunmazsa karaya asker çıkarma tehdidi ile Selanik limanına savaş gemilerini gönderecekleri konusunda bir ültimatom verirler. Artık bu olay uluslar arası bir soruna dönüşmüştür.

Sultan Abdülaziz, halkın tepkisini görmekte ve Osmanlı adına bir tedbir alınmaması halinde çok daha büyük sorunlar yaşanacağını hissetmektedir. Mümkün olduğunca doğru ve adilane bir karar vererek öncelikle Balkanlara birkaç tabur asker sevk ederek otoritenin kendisi olduğunu gösterir. Aynı zamanda, olayda suçlu olan kimselerin de yabancılara teslim edilmeyip, Osmanlı mahkemelerinde yargılanmasını emrederek adaletli bir yaklaşımla olayın sonuçlandırılacağını göstermeye gayret etmiştir.

Öncelikle olaylara müdahalede yetersiz kaldığı düşünülen Selanik Valisi görevden alınır ve konsolosları öldüren altı kişi yargılanarak idama mahkûm edilir. Ancak, olayların çıkmasına sebep olan, askerleri ve Müslüman halkı tartaklayanlar hakkında herhangi bir işlem yapılmaması, halk nezdinde bir eksiklik olarak değerlendirilir.

İşte; Loti’nin şahitlik ettiği idam merasiminin başlangıcı da bu şekildedir. ‘Halkın bu olaylarla yabancı askerlere ve yönetime karşı daha da düşmanca bir tavır içine girdiğini, Loti adeta halktan biriymiş gibi ifade eder.’[6]

Bu idam edilen kişilerden birisinin Mustafa Kemal’in dayısı, yani Zübeyde Hanım’ın kardeşi olması da olayı bugün açısından da ilginç hale getirmektedir.[7]

Selanik veya Kız vakası olarak adlandırılan bu olayın sonuçları çok daha büyük ve acı verici olacaktır. Tüm yaşananlar İstanbul’da duyulduktan sonra, 11 Mayıs günü Enderun talebeleri ayaklanarak gerek Sadrazamın gerekse Şeyhülislam’ın istifasını isterler. Olaylar kontrol edilemez hale gelir ve 30 Mayıs 1876 tarihinde Abdülaziz tahttan indirilir. Abdülaziz, 4 Haziran 1876 tarihinde kaldığı Feriye Köşkünde bilekleri kesilmiş halde bulunur. İntihar ettiği yönündeki iddialar halk arasında itibar görmez ve otopsi girişimlerinin engellendiğine yönelik ifadeler, durumu daha da şüpheli hale getirir.

Kulaktan kulağa yayılan haberlere göre, Abdülaziz Amcası III.Selim’den yadigar palasını bir an olsun yanından ayırmıyordu. Güreşçi yapısı ile pek de baş edilmesi mümkün görülmeyen Abdülaziz’den bu palayı, annesi Pertevniyal Sultan almıştı.  Halk şu soruyu soruyordu: Devamlı gözetim altında olan, elinde hiçbir şey bulunmayan bir kişi nasıl olurda iki bileğini de kesebilir? Yine söylentilere göre, Abdülaziz Han, V.Murat’ın validesi Şevk-Efza Sultan tarafından işe alınan üç bahçıvan ve onlara yardım eden üç görevliden müteşekkil altı hain tarafından öldürülmüştü. Ancak birçok kişi, onun ölümünün asıl sorumlusu olarak Hüseyin Avni Paşa’yı sorumlu tutuyordu.[8] 

Bu olaydan yaklaşık 12 gün sonra tarihi değiştirecek bir başka olay daha yaşanacaktır.

Abdülaziz’in Neşerek Hanım (Kadınefendi) ile evlenmesi sebebiyle kayınbiraderi olan ve aynı
zamanda Abdülaziz’in oğlu Prens İzzettin’e yaverlik de yapmış olan Kafkas Piyade yüzbaşısı Çerkes Hasan, kabine toplantıda bulunduğu  Midhat Paşa’nın konağını basar ve başta Hüseyin Avni Paşa ve Hariciye Nazırı Mehmed Raşid Paşa olmak üzere çeşitli Devlet görevlilerini öldürür. [9]

Belki de bu durumdan en çok etkilenen Sultan V.Murad olur. Hali hazırda psikolojik sorunlar yaşayan Sultan, bu olaylardan çok etkilenir ve 31 Ağustos 1876 ‘da tahttan indirilir ve yerine II.Abdülhamid geçer.  

Başlangıcından itibaren, 3 ay içinde, 2 Padişahın saltanatı kaybetmesine, birinin şüpheli bir şekilde ölmesine Nazırlarında bulunduğu devlet yetkililerinin öldürülmesine sebep olan bu Kız Vakası, hazırlanış şekliyle olduğu gibi sonuçlarıyla da tartışılmaya devam edecek gibi görünmektedir.


[1] Stelyo Berberakis, Almanlar’a Yunan Dayağı, Sabah - 16.11.2012, http://www.sabah.com.tr/Ekonomi/2012/11/16/almanlara-yunan-dayagi
[2] Wolfgang Hoelscher-Obermaier 125 Jahre deutsches Berufskonsulat in Thessaloniki – Die Anfänge Thessaloniki, 07.02.2011
[3] Pierre Loti, Aziyade, Sebil Yayınevi, İstanbul- 1995
[4] Doç.Dr. Galip BALDIRAN, Pierre Loti'nin Aziyade'sinde Osmanlı Başkentine Tarihsel Bir Bakış, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 17 Sayı: 1
[5] Mustafa Özsarı, Mehmet Emin Yurdakul (Şiir Anlayışı ve Şiirlerinde Milli Değerler) Balıkesir, 1996
[6] Doç.Dr. Galip BALDIRAN, Pierre Loti'nin Aziyade'sinde Osmanlı Başkentine Tarihsel Bir Bakış, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 17 Sayı: 1
[7] 18 Mayıs 2009, http://www.haber7.com/siyaset/haber/404024-ataturkun-dayisini-da-asmislar
[8] Enver Ziya Karal, Osmanlı Tarihi, Ankara-1983
[9] Bernard Lewis, Modern Türkiyenin Doğuşu, TTK Basımevi, Ankara-1970

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rind ve Zahid

Ey püser nîstî zi-hestî bih Büt-perestî zi-hod-perestî bih ( 1 ) XVI. yüzyılda yaşamış olan Fuzûlî’yi bilmeyen var mıdır? Bugün, lise edebiyat derslerimizden kalma bilgi lerimizi yokladığımızda aklımızda kalan tortu nedir? Şair, Türk Edebiyatı’nın en büyüklerindendir ancak, edebi lehçesi açısından Azeri Edebiyatının en önemli unsurlarından biri olarak da sayılmaktadır. Dili, yazım tekniği ve benzeri etkileri onu Osmanlı Şiiri’nin önemli bir figürü konumuna da getirmiştir. Gelelim Osmanlı Edebiyatı’nın bir örneği olarak nitelendirebileceğimiz   “Divân Edebiyatı’nın” genel özelliklerine. Her türde olduğu gibi bu edebiyat türü de şekil ve içerik açısından kurallara bağlıdır. Şairler, özellikle şekle tam bağlı kalmışlar içerikte ise yarattıkları farklılıklarla üsluplarını ortaya koymuşlardır. Özellikle içerikte İslam kurallarına ters düştükleri zaman, dindar okuyucudan tepki görmüşlerdir. Bu tepki, başka bir ifadeyle çatışma, rint ve zahit kavramlarıyla karşımıza çık

Sikkelerin Sırrı

  Murat GÜLGÖR, Mayıs 2012 Arapça “tevellu” kelimesinden türeyen "Mevlevî” tarikatına ait ritüeller hiç dikkatinizi çekti mi bilmem ama benim dikkatimi çeken bir çok şekil uygulaması var.  Ne yazık ki bunların büyük çoğunluğuna bir anlam verememekteyim. Elbette bu durum araştırmamı engellemiyor. Bu şekli şartlardan birisi de, dervişlerin bir kısmının sikkelerini kaşlarını örtecek kadar aşağı indirmelerine karşın, kalan kısmının sikkesini hafif yana ve arkaya takmaları ile ilgili. Acaba, bir anlamı var mı? Yoksa dönerken başlarından düşecek gibi mi oluyor? Elbette “sikkede neymiş?” diyenler olacak. Sikke kaynağı itibariyle, “damga”, “alâmet”, “kaide”, “namus” “kanun” ve “güç” anlamında kullanılmakta. Korkarım aklınıza ilk "madeni para" gelmiştir. Sikkenin bir anlamı da Mevlevi dervişlerin kullandığı, keçeden yapılmış silindirik külahtır. [1] Aslında çok da şaşırtıcı değil. Biri dünyevi gücü ifade ederken diğeri manevi gücü simgelemekte.

Kudüs Hz. Ömer Camii

Her yıl olduğu gibi 634 yılının Noel gecesi Hristiyan dünyasında kutlanıyor ve ibadet ediliyordu. Ancak Kudüs Patriği Sophronius'un vaazı her zamankinden daha farklıydı. Vaazda Ecnadeyn bölgesinde yapılan savaş sonucunda oluşan Müslüman fütuhatı uzun uzun anlatılıyor, Filistin'in güneyinin Müslümanlar tarafından fethedilmesi ile Hristiyan cemaat üzerinde oluşabilecek tehlikelere dikkat çekiyordu. Gerçekten de kısa bir süre sonra kuşatma ile karşı karşıya kalan Kudüs, kan dökülmeden teslim olur ve Halife Hz. Ömer Kudüs'e girer. Kudüs’e gelmesinde etkin olan İlya (Kudüs) halkının, diğer Şam şehirleri ile yapılan antlaşmalar gibi cizye ile haraç ödemek ve diğer şehirlerin halkına verilenlerin aynısı karşılığında ondan “eman” vermesini ve sulh yapılması dilemeleriydi. Ayrıca antlaşmanın bizzat Hz. Ömer b. Hattab tarafindan imzalanmasını istiyorlardı. [1] Hz. Ömer, kendisini karşılayan Patrik Sophronius'a Tapınak Tepesine yani yıkık olan Süleyman Mabedine gitmek is