Ana içeriğe atla

"Türk'ün gücü her şeye yeter!"


1882 tarihinde doğduğu düşünülen ve başta Eskişehir olmak üzere Manastır, Bursa ve İzmir’de öğretmenlik ve maarif müdürlüğü yapan Ethem Nejat, “Türkçülük” his ve düşüncesi ile yetişmiştir.
Balkan savaşının yarattığı tüm olumsuzlukları, izci öğrencileriyle birlikte gönüllü olarak savaşa katılarak ve bir süre Sırplara esir düşmesi sebebiyle esaret hayatı yaşayarak görmüştür.  Dönem itibariyle sadece Hıristiyan’lar değil, başta Arap’lar olmak üzere Türk olmayan Müslümanlar da Devletin parçalanmasına yönelik ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Bu olumsuzluklardan etkilen tüm Osmanlı aydınları gibi, bu büyük İmparatorluğun kurtuluşunun, Türklük bilincinin yerleşmesi ve daha da önemlisi Milli bir ekonomi ile gerçekleşeceğine inanmaktaydı.

Dönemin en önemli özelliği Türkçü Derneklerin ortaya çıktığı, bir başka ifade ile  “Örgütlü Türkçülük” faaliyetlerinin yapılmasıdır. Onun fikir dünyasını besleyen iki önemli isim vardı ki bunlardan Ömer Seyfettin ile 1918 yılında Türk Kadını adlı dergide, Ziya Gökalp ile de Çocuk Dünyası adlı yayın organında birlikte yazma fırsatını da bulmuştur.

Dönemin en önemli dergisi olan Türk Yurdu’nun yanı sıra, Ethem Nejat ile Osman Ferit (Uyguç) tarafından çıkarılan iki dergiden birisi olan ve köy yaşamında yapılacak değişiklikler vasıtasıyla üretimin arttırılmasını konu alan “Toprak” dergisi ile eğitim konularını içeren “Yeni Fikir” dergisi de oldukça önemlidir.

Bir Türk eğitimcisinin o günkü koşullarda isteyebileceği ne varsa O da onu istiyor, Türk çocuklarına verilecek eğitimin milli vicdan, milli ülkü aşılayacak esasları içermesi gerektiğini, milli ülkünün ise ‘Turan' olduğunu, Türklük bilinci ile yetişmeyen ve bu eğitim sonrasında önemli bir donanıma sahip olmayan vatandaşlarla mevcut sorunların aşılamayacağını düşünüyordu.

En bilinen eseri hiç kuşku yok ki 1913 yılında Bursa'da kaleme aldığı “Türklük Nedir ve Terbiye Yolları” adlı eseridir. Bu eserinde, Türk çocuklarının gerek fiili gerekse iktisadi savaşa hazırlanması için izcilik gibi, gençleri askerliğe hazırlayan kuruluşlara önem verilmesi gerektiğini belirtiyordu.

Bununla beraber, Bulgar ve Rum çeteleri gibi Türklerin de milli çeteler kurması gerektiğini, çete eğitimlerinin ise okullarda verilmesinin zorunlu olduğunu ifade ederek, dönemin düşünce dünyasına göre çok daha radikal tedbirler alınmasını istiyordu.

Eğitim sistemi hakkında o gün gördüğü çelişkiler bu gün yaşananlar sıkıntılara benzemiyor mu?

“İdadi okullarına girenler seçkin sınıf oluyorlar, tüccar, sanaatkar ve çiftçi olmaya tenezzül etmiyorlar. Bizde, hatta büyüklerimizde ve hatta rastladığım büyük maarif memurlarında pek aşağı bir ruh hali ve mantıkı var: Esnaflar, tüccarlar, sanaatkarlar, çiftçiler hep okuma yazma bilmeyenlerden veya okuyamayan yazamayanlardan seçilsin. Ne kadar büyük körlük, ne acı bir endişe! Efendim esnaf, tüccar ziraatçi kendini bilmez, ilerlemeleri, gelişmeleri takip etmez (ise), bilen, anlayan milletlerin ekonomik yönden esiri olmaz mıyız?

Bu konuda hükümette de suç var. Gençleri, çalışma ve girişime yönlendirmek için elinde araç çok. Devlet kapısında memuriyet dilenen gençleri, büyük memurlar, Bakanlar uygun bir dille yol göstererek amacından vaz geçirmeli, ısrar edenleri kovmalıdır.”

Ethem Nejat'ın döneminde bir diğer önemli kavram da Milli İktisat anlayışıdır. Başta Rus Marksist Parvus Efendi olarak tanınan Aleksandr İsrael Helphand’ın kaleme aldığı ve Türk Yurdu'nda yayımlanan "Türkiye'nin Mali Tutsaklığı" başlıklı yazılar, Yusuf Akçura ve diğer Türkçü aydınları etkilemiş ve sadece dil ve eğitimin yeterli olamayacağı, milli iktisat olmaksızın Milliyetçiliğin yapılamayacağını anlamışlardır.

Bu çerçevede Ethem Nejat’ın en önemli katkılarından birisi de hiç kuşku yok ki “Kooperatizm” düşüncesinin gelişmesine yönelik gösterdiği faydadır. Midhad Paşa tarafından ortaya konan “Köy Sandıkları” fikri ile hayat bulan Kooperatif  iktisadi yaklaşım, II. Meşrutiyetten sonra Edhem Nejat ve bir grup arkadaşı ile tekrar gündeme gelecektir. En yenilikçi fikri ise devlete ait kullanılmayan ve ekilebilir halde bulunan toprakların imece usulüyle ekilip dikilmesi ve elde edilecek ürünün kooperatifler tarafından satılmasıydı. Ayrıca İttihat ve Terakki döneminin bir ürünü olan İttihat Ticaret Şirketlerinin birleşerek birer küçük üretici haline gelmesi ve bunların ürünlerini “Üretim Kooperatifi” vasıtasıyla satmaları da oldukça yenilikçi bir yaklaşımdı.

Düşüncelerini harekete geçirmeye karar veren ve Balkan Savaşı sonrasında Bursa'da göreve başlayan Nejat, Rumlara yönelik olarak gerçekleştirilen Bursa iktisadi boykotunun öncülerinden olmuştur.
Bu dönemde kurduğu “Türk Gücü” derneğinin sloganı ise "Türk'ün gücü her şeye yeter!" olacaktır.
Ethem Nejat'ın iki hikaye kitabı bulunur ki bunlardan "Çiftlik Müdürü" Türkçü duygu ve düşünceyle, diğeri  "Yiğit Türkler" ise Turancı bir anlayışla kaleme alınmıştır. "Yiğit Türkler" adlı eserinin belki de en çarpıcı teması Osmanlının Balkan Savaşları ile kaybettiği ana yurdunun başta Selanik, Edirne ve Manastır olmak üzere tekrar kazanılması ve gelişen Osmanlı’nın bir Turan İmparatorluğu'na dönüşmesi fikridir.

Ethem Nejat için bir süre kalacağı Almanya bir çok şeyin değişmesi ve yeni fikirlerle tanışması demektir. Berlin’de yaşayan veya eğitim gören bir çok Türk genci, Türkçü hissiyatlarının yanı sıra sosyalist fikirlere yakınlaşmış ve benimsemişlerdir. Bunların bir kısmı öyle inançla hareket ederler ki, daha sonra kurulacak Almanya Komünist Partisi'nin temellerini teşkil eden Spartakist’lere yakınlık duymakta, onlarla birlikte eylemler düzenlemektedirler. Ethem Nejat’ta bunlardan birisidir.

O dönemde “Kurtuluş” dergisi çıkmaktadır. Her ne kadar sosyalist olsalar da gerçek amacın ne olduğunu bu dergide yayımlanan bir yazı açıklıkla göstermektedir.
"Bütün memleketlerin proletaryası! Türkiye'deki kardeşleriniz hak ve insanlık uğrundaki mukaddes savaşında sizin yardımınızdan sizin himayenizden emindir. Bütün memleketlerin proletaryası!
Emperyalist, kapitalist ve şoven nasyonalist hırslar bugün çoğunluğu Türk olan toprakları yutmak parçalamak istiyorlar."
Ülkesine dönen Ethem Nejat 1919 seçimlerinde aday olur ancak seçilemez ve Mustafa Suphi'lere katılmak için Bakü'ye gider. Burada Turancı Milli Komünizm akımının öncülerinden Sultangaliyev, yardımcısı ise Mustafa Suphi’dir. Rus Çarının esiri konumundaki Türklerin, Sosyalizm adı altında yeni bir köleliğe sürüklendiğini görerek buna karşı tedbir almaya çalışmaktadırlar. Asıl amaçları ise Turan Sosyalist Federasyonudur ve ayrıca Türkiye'deki Milli Kurtuluş Savaşı'na da yardım edilmektedirler.

Geçmişi itibariyle bazen liberal bazen devletçi bir ekonomik yaklaşım sergileyen, 1911’de Selanik’te yapılan 4.İttihat ve Terakki Kongresinde İktisat Vekili olamaması sebebiyle İttihatçılara küsen ve Milli Meşrutiyet Fırkası’nı kuran Mustafa Suphi o dönemde hissettiklerini şöyle ifade eder:
"Mücadelemiz ulusaldır. Vatanımızın istilacılardan kurtarılması mücadelesidir. Emekçi sınıfların bilinçli temsilcileri biz komünistler, mücadelede var gücümüzle yer alacağız.
Zalim ve yağmacı Avrupa ve Amerika emperyalistlerine, Yunan istilacılarına karşı mücadelede sonuna kadar sebat etmek, mukaddes vazifemizdir.
Anadolu kıyamcılar hükümetine her türlü yardımı yapmak birinci işimizdir".

Bu dönemde Sovyetler’de 1920 yılında toplanan 3. Enternasyonal’de kabul gören Lenin’in “Sömürgeler ve Geri Kalmış Ülkelerle İlgili Tezine” göre Mustafa Kemal’in başkanlık ettiği kurtuluş hareketi, bir burjuva demokrat hareketi olduğundan, ona komünist rengi verilmesine çalışılmamalı, ama Batılı devletlerle savaşında yardım edilmeliydi. Bunun karşılığında tek şart, Moskova’ya bağlı bir komünist parti kurulmasına izin verilmesiydi.”

1-7 Eylül 1920 tarihlerinde Bakû’de toplanan Doğu Halklarının Birinci Kurultayı’nın hemen ardından Türkiye Komünist Fırkası resmen kuruldu.

Ancak, Sovyetler coğrafyasında, Mustafa Suphi ve Ethem Nejat'a karşı tavır sergileyen iki farklı unsur vardı ve bu iki unsur Mustafa Suphi ve Ethem Nejat'ın yok edilmelerinde fayda görüyordu. Bir yanda Sultangaliyev ve etrafındaki herkesin temizlenmesine karar veren Stalin; diğer yanda ise yeniden kurduğu Halk Şuraları Örgütü ile Anadolu'da söz sahibi olmak isteyen Enver Paşa.
Yukarıda belirtilenlerin dışında Eskişehir’de okul yapımı, il matbaası kurulması, bir gazete çıkartılması, bir rasathane için girişim başlatması gibi faaliyetleri bulunan Ethem Nejad’ın bizim açımızdan en fazla bilinen veya sonucu görülen çalışması ise kendisinin geliştirdiği ve Köy Enstitüleri'nin temel felsefesinin oluşturan “Mesut Köy Projeleri”dir. Mesut köy aslında modern köy projesidir.

Bu çalışmalar Eskişehir Muallim Mektebi’nde öğretmenlik yapacak olan İsmail Hakkı Tonguç tarafından örnek alınacak ve Köy Enstitüleri'nin temeli atılacaktır.

Ölümü ise çok trajik bir olayla gerçekleşecek ve Ülkemizde önemli bir soru işareti olarak kalacaktır. Anadolu'da süren mücadeleye katılmak isteyen bir grup ile birlikte 28 Aralık 1920'de Kars'a ulaşırlar ve daha sonra Erzurum'a geçerler. Ancak Erzurum'da çok olumsuz bir hava vardır ve Muhafaza-i Mukaddesat Cemiyeti'nin önderliğinde hareket eden bir grubun saldırılarına uğrarlar. Erzurum'a giremeyen grup Trabzon'a ulaşırlar. Trabzon'da da durum pek iç açıcı değildir. Halk sokaklara çıkmış ve önemli bir asayiş sorunu baş göstermiştir. Sovyetler Birliği'nin Trabzon Konsolosu ikna edilir ve grubun Trabzon’dan  bir takaya bindirilerek Batum'a gönderilmesi hususunda mutabakat oluşur.

Ancak takada bulunan, Mustafa Suphi, Ethem Nejat, Aşçıoğlu Bahaeddin, Kasım Hulusi, Kıralioğlu Maksut, Hilmioğlu İsmail Hakkı, Ahmetoğlu Hayrettin, Hakkı Bin Ahmet Ali, Emin Şefik, Tevfik Bin Ahmet, Kazım Bin Ali, Hatipoğlu Mehmet, Hacı Mustafaoğlu Mehmet, Nazmi Bin İbrahim’den haber alınamaz ve onların Karadeniz’de öldürülerek denize atıldıkları ortaya çıkar.
 
Kıymet sorunları yaşayan Ülkemizin bir kıymeti daha yok olmuştur.

 

Yorumlar

  1. Bu yorum yazar tarafından silindi.

    YanıtlaSil
  2. Anladığım kadarıyla Edhem Nejat'ın sosyalistliği tam anlamıyla Marksizmi kavrama temelinde bir sosyalistlik değildi.O zamanlar Türk sosyalistlerinin ve komünistlerinin Marksizmi genel kavrayışları nasıldı acaba?

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rind ve Zahid

Ey püser nîstî zi-hestî bih Büt-perestî zi-hod-perestî bih ( 1 ) XVI. yüzyılda yaşamış olan Fuzûlî’yi bilmeyen var mıdır? Bugün, lise edebiyat derslerimizden kalma bilgi lerimizi yokladığımızda aklımızda kalan tortu nedir? Şair, Türk Edebiyatı’nın en büyüklerindendir ancak, edebi lehçesi açısından Azeri Edebiyatının en önemli unsurlarından biri olarak da sayılmaktadır. Dili, yazım tekniği ve benzeri etkileri onu Osmanlı Şiiri’nin önemli bir figürü konumuna da getirmiştir. Gelelim Osmanlı Edebiyatı’nın bir örneği olarak nitelendirebileceğimiz   “Divân Edebiyatı’nın” genel özelliklerine. Her türde olduğu gibi bu edebiyat türü de şekil ve içerik açısından kurallara bağlıdır. Şairler, özellikle şekle tam bağlı kalmışlar içerikte ise yarattıkları farklılıklarla üsluplarını ortaya koymuşlardır. Özellikle içerikte İslam kurallarına ters düştükleri zaman, dindar okuyucudan tepki görmüşlerdir. Bu tepki, başka bir ifadeyle çatışma, rint ve zahit kavramlarıyla karşımıza çık

Sikkelerin Sırrı

  Murat GÜLGÖR, Mayıs 2012 Arapça “tevellu” kelimesinden türeyen "Mevlevî” tarikatına ait ritüeller hiç dikkatinizi çekti mi bilmem ama benim dikkatimi çeken bir çok şekil uygulaması var.  Ne yazık ki bunların büyük çoğunluğuna bir anlam verememekteyim. Elbette bu durum araştırmamı engellemiyor. Bu şekli şartlardan birisi de, dervişlerin bir kısmının sikkelerini kaşlarını örtecek kadar aşağı indirmelerine karşın, kalan kısmının sikkesini hafif yana ve arkaya takmaları ile ilgili. Acaba, bir anlamı var mı? Yoksa dönerken başlarından düşecek gibi mi oluyor? Elbette “sikkede neymiş?” diyenler olacak. Sikke kaynağı itibariyle, “damga”, “alâmet”, “kaide”, “namus” “kanun” ve “güç” anlamında kullanılmakta. Korkarım aklınıza ilk "madeni para" gelmiştir. Sikkenin bir anlamı da Mevlevi dervişlerin kullandığı, keçeden yapılmış silindirik külahtır. [1] Aslında çok da şaşırtıcı değil. Biri dünyevi gücü ifade ederken diğeri manevi gücü simgelemekte.

Kudüs Hz. Ömer Camii

Her yıl olduğu gibi 634 yılının Noel gecesi Hristiyan dünyasında kutlanıyor ve ibadet ediliyordu. Ancak Kudüs Patriği Sophronius'un vaazı her zamankinden daha farklıydı. Vaazda Ecnadeyn bölgesinde yapılan savaş sonucunda oluşan Müslüman fütuhatı uzun uzun anlatılıyor, Filistin'in güneyinin Müslümanlar tarafından fethedilmesi ile Hristiyan cemaat üzerinde oluşabilecek tehlikelere dikkat çekiyordu. Gerçekten de kısa bir süre sonra kuşatma ile karşı karşıya kalan Kudüs, kan dökülmeden teslim olur ve Halife Hz. Ömer Kudüs'e girer. Kudüs’e gelmesinde etkin olan İlya (Kudüs) halkının, diğer Şam şehirleri ile yapılan antlaşmalar gibi cizye ile haraç ödemek ve diğer şehirlerin halkına verilenlerin aynısı karşılığında ondan “eman” vermesini ve sulh yapılması dilemeleriydi. Ayrıca antlaşmanın bizzat Hz. Ömer b. Hattab tarafindan imzalanmasını istiyorlardı. [1] Hz. Ömer, kendisini karşılayan Patrik Sophronius'a Tapınak Tepesine yani yıkık olan Süleyman Mabedine gitmek is