Ana içeriğe atla

Bir Suikastin Kamu Yönetimine Etkisi


Uzun süredir vücudundaki kurşunlarla yaşamaya çalışan ve kurşunlardan birinin bulunamaması sebebiyle birçok doktorun lüzumsuz müdahalelerine de maruz kalan yaralı, ABD’nin 20. Başkanı James Abram Garfield’tir.

Yaralandığı günden beri birçok ünlü hekim etrafındadır ancak, bir türlü çözüm bulunamamaktadır. O günlerde ünlü bir bilim adamı da Başkanın vücudundaki kurşunu bulabilmek için seferber olmuştur. Bu ünlü isim Graham Bell’den başkası değildir. Bell, kurşunun yerini tespit etmek için, belki de tarihin ilk metal dedektörünü icat etmiş ancak, etrafta birçok metal bulunması sebebiyle pek de başarılı olamamıştır.
Gayretler sonuçsuz kalır ve 2 Temmuz 1881 günü Washington’da Baltimore tren istasyonunda Charles Guiteau tarafından sırtından vurulması ile başlayan süreç, 19 Eylül 1881 günü Başkanın ölümü ile son bulur.

Başkanın ölümü Amerikan tarihi açısından elbette çok önemlidir ancak, bu ölüm birkaç tartışmayı da beraberinde getirir: Yarasına ilk müdahalede bulunan doktorun elini yıkamamış olması ve ölümünden sonra yapılan otopside ölüm nedeni olarak kurşunla yaralanma yerine iltihaplanmanın tespit edilmesi hijyen tartışmasını ateşlemiştir. Kaldı ki, katil Charles Guiteau mahkemede yaptığı savunmada,  suikastı kendisinin işlediğini ama başaramadığını, onu öldürenin ise doktorların müdahalesi olduğunu söylemekteydi.

Ancak ikinci tartışma çok daha büyük yankı uyandıracaktır. Genel olarak başarısız bir hayat süren Charles Guiteau, mahkemede verdiği ifadesinde bu cinayeti devlet makamında bir iş edinemediği için yaptığını belirtiyordu.
Bürokrasi çarkının en küçük de olsa bir dişlisi olmak, oluşan kazançtan pay kapmak dünyanın her ülkesinde olduğu gibi ABD’nin de önemli bir sorunu olarak karşımıza çıkmaktadır. Kaldı ki, bu cinayet ne ilk olacaktır nede son.
Kamu yönetiminde yer alan çalışanlarla ilgili olarak birçok farklı sistemden bahsetmek mümkündür. Doğaldır ki, bugünkü anlamda devlet yapılanmasının ilk defa telaffuz edildiği günlerde “Çalışanların tamamı benim adamım olacaktır” sistemi kullanılmaktadır.  
1883 tarihine kadar ABD de kamu görevlerine girmede uygulanan sisteme  “yağma” yada “kayırma” sistemi adı verilmekteydi. 1831 Tarihinde ABD Senatosunda yapılan bir toplantıda söz alan Senatör William Marcy; ABD nin ilk kullandığı sistem olan “Kayırma sistemini” şöyle ifade etmişti: “… New York’un politikacıları hareketlerinin dayandığı ilkeleri açıklama konusunda bazı kimseler kadar müşkülpesent değildirler. Ne yapıyorlarsa onu cesaretle söylerler. Zafer için dövüşürlerken onun meyvelerinden de yararlanacaklarını (da) itiraf ediyorlar. Mağlubiyet halinde ise memuriyetten ayrılmayı düşünüyorlar. Başarı halinde başarının avantajlarına da sahip olmayı bir hak olarak talep ediyorlar. Düşmana ait ganimetin galiplerin olması kuralında bir yanlışlık görmüyorlar. Siyasi savaşta yenilenler görevlerinden çekilmelidir; ganimet savaşı kazananın hakkıdır.”[1]
 

 

Adından da anlaşılacağı gibi bu sistemde gücü elinde bulunduranın, bir başka ifade ile iktidara gelen siyasi partinin, kendi memurlarını da atamasına cevaz veriyordu.
Her ne kadar tatlı bir pasta gibi görünse de uygulaması birçok güçlüğü de beraberinde getirmekteydi. Ehliyetsiz kişiler sebebiyle yönetimde verimin azalması, görev sayısının, talep eden sayısından az olması ve utanma duygusundan uzak bir soygun hissiyatı bunlardan birkaçıdır.
İşte bu ortamda Başkan Garfield ve Şikago Belediye Başkanı Harris yaşanan bu düzenin kurbanı olmuşlardı.
Benzeri sıkıntılar İngiltere’de de yaşanmaktaydı. Başta atamalar olmak üzere, kamu otoritesinde bir yer bulmak isteyenlerin ilk adresi parti merkezleriydi. Ayrıca, önemli görevlere atanmada akrabalık ve arkadaşlık bağının yanı sıra, parayla satın alma da kullanılan bir yöntemdi.
Bu düzen 1854 yılına, Trevelyan öncülüğünde idari reform hareketleri başlamasına kadar devam edecektir. Yapılan çalışmalar sonucunda, 1854 yılında düzenlenen Trevelyan-Northcote raporu, İngiliz kamu yönetimi sisteminin temelini oluşturmuştur. Bu tarihte oluşturulan sisteminin temeli “Liyakat” esasına dayanmaktadır. Bu sistemin temelinde,
·     İşe alınmada ve atanmada sınav yapılması,
·     Yapılan işin niteliğine göre personelin sınıflara ayrılması,
·     İşe alma ve yükselmelerde kurumlar arasında birer örneklik sağlanması,
·     Kamu yöneticilerinin siyasal bağımlılığının olmaması yer almaktadır.
İngiltere’de yaşanan bu gelişim yeni bir yaklaşımın “Meritokrasi” doğmasına sebep olacaktır. İngiliz sosyolog Michael Young'ın hiciv tarzındaki eseri Rise of the Meritocracy (Meritokrasinin Yükselişi) ile adını bulan bu sistemde, yönetim erkinin, yetenek ve kişilerin bireysel üstünlüğüne yani liyakata dayandığı yönetim biçimidir. Bu yönetim şeklinde idare erki, üstün özellikleri olduğu düşünülen kişiler arasında paylaştırılmaktadır. Kayırma yoktur. Özellikle kamu yönetiminde daha bilgili ve yetenekli kişilerin seçilmesi ve yine hizmet içindeki ilerleme, yükselmelerinin bilgi başarı yetenek kıstaslarına göre yapılmasını amaçlanmaktadır.
Yaşanan sorunların cinayetlere kadar varması sonucunda ABD’de de bir düzenleme yapılması gerekecektir. Yağma sisteminde doğan yoğun tepkilerin sonucu olarak 1883 tarihinde çıkarılan “Pendleton Act” vasıtasıyla, Merkezi Personel Komisyonu’nu (Civil Service Commission) oluşturulmuş ve kamu hizmetine girişte ve yükselmede, İngiliz sistemine benzer bir yapının oluşması sağlanmıştır.
Hatta bu konuda önemli bir örnek olan Meritocracy Party, 5 maddeden oluşan bir manifesto yayımlayarak devlet idaresinde alınacak ilk tedbirin bürokrasinin iyileştirilmesi olduğunu ifade etmiştir. Bu maddeler şu şekildedir:
·       Kayırmacılık yoktur: Ailenizin değil, sizin kim olduğunuz önemlidir.
·       Yandaşçılık yoktur: Başkalarının sizin için ne yapabildiği değil, sizin ne yapabildiğiniz önemlidir.
·       Ayrımcılık yoktur: Cinsiyet, ırk, din, yaş, geçmiş önemsizdir. Yetenek her şeydir.
·       Eşit imkanlar: Herkesle aynı noktadan başlar ve yeteneklerinizin sizi götürdüğü yere gidersiniz.
·       Tatminkar erdemler: En başarılı insanlar, en yüksek tatmine erişirler.
ABD’nin 20. Başkanı James Abram Garfield’in ölümü ve suikasti işleyen Charles Guiteau yargılandığı mahkeme tarafından suçlu bulunarak 30 Haziran 1882 tarihinde asılarak idam edilmesinin, kamu otoritesinde yarattığı değişim çok daha önemlidir.


[1] Cahit TUTUM, Personel Yönetimi, TODAİE Yayını, Ankara, 1979


Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Rind ve Zahid

Ey püser nîstî zi-hestî bih Büt-perestî zi-hod-perestî bih ( 1 ) XVI. yüzyılda yaşamış olan Fuzûlî’yi bilmeyen var mıdır? Bugün, lise edebiyat derslerimizden kalma bilgi lerimizi yokladığımızda aklımızda kalan tortu nedir? Şair, Türk Edebiyatı’nın en büyüklerindendir ancak, edebi lehçesi açısından Azeri Edebiyatının en önemli unsurlarından biri olarak da sayılmaktadır. Dili, yazım tekniği ve benzeri etkileri onu Osmanlı Şiiri’nin önemli bir figürü konumuna da getirmiştir. Gelelim Osmanlı Edebiyatı’nın bir örneği olarak nitelendirebileceğimiz   “Divân Edebiyatı’nın” genel özelliklerine. Her türde olduğu gibi bu edebiyat türü de şekil ve içerik açısından kurallara bağlıdır. Şairler, özellikle şekle tam bağlı kalmışlar içerikte ise yarattıkları farklılıklarla üsluplarını ortaya koymuşlardır. Özellikle içerikte İslam kurallarına ters düştükleri zaman, dindar okuyucudan tepki görmüşlerdir. Bu tepki, başka bir ifadeyle çatışma, rint ve zahit kavramlarıyla karşımıza çık

Sikkelerin Sırrı

  Murat GÜLGÖR, Mayıs 2012 Arapça “tevellu” kelimesinden türeyen "Mevlevî” tarikatına ait ritüeller hiç dikkatinizi çekti mi bilmem ama benim dikkatimi çeken bir çok şekil uygulaması var.  Ne yazık ki bunların büyük çoğunluğuna bir anlam verememekteyim. Elbette bu durum araştırmamı engellemiyor. Bu şekli şartlardan birisi de, dervişlerin bir kısmının sikkelerini kaşlarını örtecek kadar aşağı indirmelerine karşın, kalan kısmının sikkesini hafif yana ve arkaya takmaları ile ilgili. Acaba, bir anlamı var mı? Yoksa dönerken başlarından düşecek gibi mi oluyor? Elbette “sikkede neymiş?” diyenler olacak. Sikke kaynağı itibariyle, “damga”, “alâmet”, “kaide”, “namus” “kanun” ve “güç” anlamında kullanılmakta. Korkarım aklınıza ilk "madeni para" gelmiştir. Sikkenin bir anlamı da Mevlevi dervişlerin kullandığı, keçeden yapılmış silindirik külahtır. [1] Aslında çok da şaşırtıcı değil. Biri dünyevi gücü ifade ederken diğeri manevi gücü simgelemekte.

Kudüs Hz. Ömer Camii

Her yıl olduğu gibi 634 yılının Noel gecesi Hristiyan dünyasında kutlanıyor ve ibadet ediliyordu. Ancak Kudüs Patriği Sophronius'un vaazı her zamankinden daha farklıydı. Vaazda Ecnadeyn bölgesinde yapılan savaş sonucunda oluşan Müslüman fütuhatı uzun uzun anlatılıyor, Filistin'in güneyinin Müslümanlar tarafından fethedilmesi ile Hristiyan cemaat üzerinde oluşabilecek tehlikelere dikkat çekiyordu. Gerçekten de kısa bir süre sonra kuşatma ile karşı karşıya kalan Kudüs, kan dökülmeden teslim olur ve Halife Hz. Ömer Kudüs'e girer. Kudüs’e gelmesinde etkin olan İlya (Kudüs) halkının, diğer Şam şehirleri ile yapılan antlaşmalar gibi cizye ile haraç ödemek ve diğer şehirlerin halkına verilenlerin aynısı karşılığında ondan “eman” vermesini ve sulh yapılması dilemeleriydi. Ayrıca antlaşmanın bizzat Hz. Ömer b. Hattab tarafindan imzalanmasını istiyorlardı. [1] Hz. Ömer, kendisini karşılayan Patrik Sophronius'a Tapınak Tepesine yani yıkık olan Süleyman Mabedine gitmek is