İslamiyet ile
Hristiyanlık arasında ortaya çıkan ilişkilerin sonucu olarak Batı’da filizlenen
Haçlı zihniyetinin oluşturduğu siyasî faaliyetler “Şark Meselesi” olarak nitelendiriliyordu
ve iki temel amacı vardı. Öncelikle Türkleri, Anadolu’ya sokmamak için
çalışılmalıydı. Bu amaç Malazgirt Savaşı’yla yerle bir olmuştu.
Mademki Türklerin Anadolu’ya
girişi engellenememiştir Batı, yeni bir girişimde bulunarak Türkleri Anadolu’da
durdurmayı amaçlamaktadır. Önce Miryakefalon Savaşı daha sonra Çirmen Savaşı’yla
bu amaç da suya düşer.
Artık tek çare
kalmıştır “Türklerin Avrupa’daki yayılışını engellemek.”
Niğbolu Savaşı Batının
yüzünde patlayan bir gerçeklik olacaktır. Türklerin yönü Batıdır ve bunu
engellemek de mümkün görülmemektedir. Böylece Batının “Şark Meselesi’nin
birinci safhasında uygulamaya koyduğu planlar çöker.
Sırada ikinci safha
vardır ve Osmanlı Devleti’nin Avrupa kıtasında fethettiği bölgelerdeki
Hristiyanları Osmanlı hâkimiyetinden kurtarmak amaçlanır.
Meseleyi ve taraflarını
iyi tanımlamak çözümü de beraberinde getirecektir. Şark Meselesi Osmanlının
değil İngiltere, Rusya ve Fransa’nın meselesi olarak başlamıştır.
Elbette daha sonra Prusya, Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Avusturya-Macaristan, İtalya ve Amerika’da bu soruna dâhil olacaktır.
Peki, mesele neydi? “Şu Türkleri ne yapmalı?” “Türkler reformlar yoluyla “Batılılaş(tırıl)malı”, “uygarlaş(tırıl)malı” ve hatta mümkünse “Hıristiyanlaş(tırıl)malı” mıydılar? Yoksa mevcut “barbarlıkları”, “geri kalmışlıkları” ve Müslümanlıkları içinde kaçınılmaz olan bir yok oluşa sürüklenmelerine seyirci mi kalınmalıydı?”
Şark meselesinin hem
virtüözü hem de dans partneri olan İngiltere buraya kadar yaşananlara uzak
durdu. Ancak Rusya’nın Batıya doğru ilerlemesi, dansın ritmini bozdu ve Kırım
Savaşı tetiklendi. İngiltere,
Fransa, Avusturya ve Osmanlı Devleti birleşerek Rusya’ya karşı Kırım’da
savaştı ve Rus orduları yenildi. Sonuçta Rusya, Paris Anlaşmasını
imzalayarak artık batıya doğru ilerlemekten vazgeçti.
Elbette daha sonra Prusya, Yunanistan, Bulgaristan, Sırbistan, Avusturya-Macaristan, İtalya ve Amerika’da bu soruna dâhil olacaktır.
Peki, mesele neydi? “Şu Türkleri ne yapmalı?” “Türkler reformlar yoluyla “Batılılaş(tırıl)malı”, “uygarlaş(tırıl)malı” ve hatta mümkünse “Hıristiyanlaş(tırıl)malı” mıydılar? Yoksa mevcut “barbarlıkları”, “geri kalmışlıkları” ve Müslümanlıkları içinde kaçınılmaz olan bir yok oluşa sürüklenmelerine seyirci mi kalınmalıydı?”
Çözüm için bulunan
yöntemler de farklı dönemlerde farklı şekillerde belirginleşiyordu. Rusya için
en kolay yöntemin Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması olarak tanımlandığı bir dönemde
İngiltere için idare edilebilir bir Osmanlı’nın varlığı çok daha kıymetli
olmaktaydı.
Aksi halde Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ile ortaya çıkacak olan iktidar boşluğunu kim dolduracaktı?
Aksi halde Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküşü ile ortaya çıkacak olan iktidar boşluğunu kim dolduracaktı?
“Merkantilizmin
rehberliğinde giderek daha hegemonik hale gelen İngiliz kapitalizminin,
Hindistan başta olmak üzere Doğu Akdeniz’den erişim sağlanabilecek
sömürgelerini kaybetmeyi ya da daha açık bir deyişle, Rusya’ya kaptırmayı, asla
göze alamayacağı bir tarihsel konjonktürde Osmanlı İmparatorluğu’nun varlığının
devamı İngiltere için yeni bir politikayı ortaya çıkaracaktır. ”
Burada hemen belirtelim
ki, “Şark Meselesi” sadece siyasî bir mesele değil, ayrıca dinî bir meseledir.
Namık Kemâl'in "Şark Meselesini" Kaynaca Anlaşması’na dayandırması belki de bunun en doğru örneğidir. Zira Rusya, Kaynarca Anlaşması’na koydurduğu madde ile Osmanlı tebaası olan Hristiyanları himaye altına almıştır.
Namık Kemâl'in "Şark Meselesini" Kaynaca Anlaşması’na dayandırması belki de bunun en doğru örneğidir. Zira Rusya, Kaynarca Anlaşması’na koydurduğu madde ile Osmanlı tebaası olan Hristiyanları himaye altına almıştır.
İngiltere ise
"Palmerstonizm" olarak adlandırılacak ve “Osmanlı’nın siyasi bağımsızlığının ve
toprak bütünlüğünün korunması” biçiminde ifadesini bulacak bir dış politika
yürütecektir.
Palmerstonizmin kurucusu ve zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Palmerston’un dediği gibi; “bir imparatorluk, bir ağaç ya da bina değildi ki hiç bir parçası değişmeden kalsın ve ömrünü tamamladığında yıkılıp gitsin. Kurumlarının ve kurallarının değişen dünya koşullarına uyum sağlaması koşuluyla bir imparatorluğu sonsuza değin sağlam ve dinç tutmak mümkündü.”
Palmerstonizmin kurucusu ve zamanın İngiliz Dışişleri Bakanı Palmerston’un dediği gibi; “bir imparatorluk, bir ağaç ya da bina değildi ki hiç bir parçası değişmeden kalsın ve ömrünü tamamladığında yıkılıp gitsin. Kurumlarının ve kurallarının değişen dünya koşullarına uyum sağlaması koşuluyla bir imparatorluğu sonsuza değin sağlam ve dinç tutmak mümkündü.”
İngiltere, Osmanlı’yı
serbest ticarete açıyor, gayrimüslimlerin memuriyete alınma ve askere gitme
haklarına kavuşturulmasına destek veriyor, Yunanistan’ı Girit isyanından desteğini
çekmeye “ikna” etmeye çalışıyor, Kırım Savaşı’nda savaşıyor ve böylece meseleyi
idare ediyordu. Şu ifade birçok sorunun cevabını veriyordu. “Şark Meselesi bir
dans ise dans edilecek müziği çalan İngiltere idi”
Rusya’nın Kafkaslardaki
Müslüman unsurları “Şark Meselesinin” bir parçası olarak gördüğü gizli
değildir. Terek Nehri, Rusya ve Kafkas halkları ile Hıristiyanlık ve
Müslümanların yaşadığı coğrafya arasında bir sınır olarak görüldü.
Bu gelişmelere karşı
ilk büyük tepki Şeyh Mansur tarafından verildi. Ancak, Şeyh Mansur yakalandı
Moskova’ya götürüldü ve 1794 yılında idam edildi. Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır.
Diğer taraftan, Osmanlının başka bölgelerinde önemli gelişmeler yaşanmaktaydı.
Rusya'nın Yunanlıların bağımsızlığını desteklemesi yüzünden çıkan 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı Navarin Deniz Savaşı'nı takiben önemli sonuçlar doğuracaktır.
Rusya'nın Yunanlıların bağımsızlığını desteklemesi yüzünden çıkan 1828-1829 Osmanlı-Rus Savaşı Navarin Deniz Savaşı'nı takiben önemli sonuçlar doğuracaktır.
Padişahı II. Mahmut, 20
Ekim 1827 tarihinde İngiliz, Fransız ve Rus donanmalarının Navarin'de
Osmanlı-Mısır donanmalarını yakmalarını protesto etmek için Rusya'yla yapılmış
olan Akkerman Antlaşmasını iptal etti ve Çanakkale Boğazı'nı Rus gemilerine
kapattı.
Bunun üzerine Ruslar Osmanlı
toprağı olan Eflak'a girerek Bükreş'i ele geçirdi. Rus Çarı I. Nikolay da Tuna
nehrini geçerek Dobruca'ya yürüdü. Şumnu, Varna ve Silistre kalelerini kuşattı.
7 Mayıs 1829'da Silistre'de
düştü. Osmanlı için büyük bir yıkım olan bu mağlubiyet doğuda yaşanacak yenilgilerin
de habercisiydi.
Kafkas cephesinde ise Rus
ordusu; Ahıska, Ardahan, Posof, Erivan, Kars ve 27 Haziran 1829'da Erzurum'u ele
geçirdi. 28 Ağustos'ta Edirne'ye kadar ilerleyen Rus ordusu İstanbul'un sadece
68 kilometre uzağına ulaştı. Padişah II. Mahmut 14 Eylül 1829'de Rusların bu
ilerlemesini durdurmak için koşulları çok ağır olan Edirne Antlaşmasını
imzalamak zorunda kaldı.

Batının tehlikeli alan
olduğunu anlayan Ruslar, Kafkaslar’daki ilerleyişini tüm hızıyla sürdürdü ve
başta Müslümanlar olmak üzere muhalefet olduğunu gördüğü veya hissettiği tüm
unsurları yok etmeye başladı. 1838 de Rusların Karadeniz Filosu Çerkezya'nın başkenti Soçi'ye çıkartma yaptı ve Soçi'de Navaginskoye kalesini kurdular. Bu kale 1840 tarihinde Çerkeslerin eline geçti. Ancak, yapılan anlaşma gereğince 1864 de Ruslara bırakılan bölge büyük bir sürgün ve katliam hareketine tanık olacaktı.
Tarihte görülen sürgün hareketlerinin belki de en kanlısı ve en büyüğü 1864-1866 yılları arasında binlerce Çerkes’in Osmanlı’ya yapacağı göç olacaktır.
Tarihte görülen sürgün hareketlerinin belki de en kanlısı ve en büyüğü 1864-1866 yılları arasında binlerce Çerkes’in Osmanlı’ya yapacağı göç olacaktır.
İngiltere, bu göçü
kendi menfaatlerine uygun buluyor, halifenin kontrolünde bulunacak Çerkeslerin
“Şark Meselesi” çözümünde kullanılabileceğini ve daha da önemlisi Doğu
Anadolu’da yaşanması muhtemel Rus saldırganlığı karşısında bir engel
olabileceklerini düşünüyordu.
Çarın Kafkasya naibi
olarak atadığı kardeşi Grandük Mişel, 1864 Ağustosunda Batı Kafkasya
sakinlerine şu fermanı tebliğ etmişti: ''Bir ay zarfında Kafkasya terk
edilmediği takdirde, bütün nüfus savaş esiri olarak Rusya'nın muhtelif
mıntıkalarına sürülecektir:"
İşte bu yüzden, esaret
ve tabiiyeti en büyük şerefsizlik addeden başta Çerkesler olmak üzere Kafkas
Halkı, güzel vatanlarını terk etmeye mecbur kalmışlardır.
Meşhur Rus şair
Lermontof bu hakikati bir şiirinde şöyle dile getirir: ''Bu insanlar yurtlarını
ve babalarının mezarlarını neden terk ediyorlar? Düşman kuvvetinin zoru ile mi?
Hayır! Düşman kuvvetlerinin beraberinde getirdiği esaret zincirinin
korkusuyla!"
Osmanlı açısından da
bir sorun yoktu. Padişah Halife değil miydi? Müslüman Çerkeslere her
türlü yardıma hazırdı ancak Bab-ı Âli’nin bu büyüklükte bir göçü finanse edecek
imkanı yoktu.
Bunun üzerine İngiliz
hükümetinden göçmenlerin ulaşım, barınma ve iaşe masraflarını karşılamak üzere
borç para verilmesi talebinde bulunuldu. “Âli Paşa’nın İngiliz hükümetinin
hümanistik duygularına seslenerek para ya da ayni yardım sağlama çabası katı
İngiliz merkantilizminin soğuk duvarına çarparak geri döndü. İngiliz hazinesi,
Majesteleri hükümetinin Çerkeslerin transferine sponsor olamayacağını, İngiliz
Hükümeti’ne ait gemilerin Karadeniz’e gönderilmesinin hiç bir meşruiyetinin
bulunmadığını, ama Bab-ı Âli’nin İngiliz bandıralı ticari gemilerle ücreti
karşılığında anlaşma yapmasına bir engel bulunmadığını bildirdi.”
Kafkasyanın Müslüman
halkları mümkün olduğunca savaşıyor, “tüm imkânları bitinceye kadar direniyor,
mücadele ediyor, artık çare kalmayınca da, kendilerine tanınan mühlet içinde
hiçbir sağlık önlemi olmadan, varını yoğunu terk ederek sahile inmek zorunda
kalıyordu. Daha yola çıkmadan açlık, sefalet, hastalık ve kitle ölümleri
başlıyordu.”
Bir örnek olmak üzere,
kapasitesinin çok üzerinde yolcu ile yola çıkan Spinks gemisi batmış ve 2000
kişiden ancak 200 kişi kurtulabilmişti.
Samsun ve Trabzon ana limanlardı,
bu limanlara gelenler başta tifo olmak üzere türlü hastalığa yakalandı. Dönemin raporlarına göre her
limanda gün içinde ölenlerin sayısı 200 kişiyi buluyordu.
İngiliz Konsolosu Stevens tarafından, İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Russel'a yazılan bir raporda şöyle denmekteydi; "Çerkeslerin
yığın halinde ve birdenbire Osmanlı ülkelerine göç etmekte bulunduğundan
haberiniz vardır. Rus devleti bu yiğit ve bağlılıklarında ölesiye sâdık, ama
bir şeyi, yâni özgürlüğü yahut hiç değilse yabancı bir düşmanın boyunduruğu
altında sürdürülmeyecek bir yaşamı, yalnız bunu, vatandan bile daha değerli
sayan ulusun ülkesini kendisi edinmiştir. Bu halk, Ellerinde bulunan üç beş
Doktoru ve bulabildikleri ilâçları göndermek dışında Osmanlılar bir şey
yapabilecek halde değillerdir. (Trabzon, 17 Şubat 1864)”
Ancak durum o kadar
vahimdir ki; dönemin süper gücü İngiltere Hükümeti, Samsun ve Trabzon’dan gelen
haberlere dayanamamış ve beş bin sterlin tutarındaki peksimetin (bisküvi) Malta
üzerinden İstanbul’a gönderilmesine karar vermiştir.
Batının yüce insanlığı
kararını vermiş, yaralara merhem olacak bisküvileri merasimle göndermiştir.
Ancak, bu peksimetin
taşınmasına ilişkin giderleri de Osmanlı Hükümetinden almayı ihmal etmemiştir.
İngiltere, Şark Meselesinin çözümü sırasında ortaya çıkan yol kazasındaki payını 5.000 Sterlin tutarındaki peksimet ile kapatmaya kararlı gözükmektedir.
Kafkas Tehcir operasyonu, binlerce yıllık Kafkas tarihinin ve dolaylı olarak Anadolu’nun en önemli olaylarından birisidir. Ancak bu tehcir 1861 tarihi ile sınırlı kalmayacaktır. Rusya, onların nerelerde iskân edileceğine de müdahale edecektir.
Kafkas Tehcir operasyonu, binlerce yıllık Kafkas tarihinin ve dolaylı olarak Anadolu’nun en önemli olaylarından birisidir. Ancak bu tehcir 1861 tarihi ile sınırlı kalmayacaktır. Rusya, onların nerelerde iskân edileceğine de müdahale edecektir.
Rusya'nın 2 Mart
1878'de Osmanlı Devleti ile imzaladığı Ayastefanos Antlaşması gereğince, Rus sınırına
yakın yerlerde iskân edilen Çerkeslerin iç bölgelere götürülmesi hususu
üzerinde durulmuş ve sonuçta yaklaşık 150.000 Çerkes bu sefer de Rumeli'den
Anadolu'ya göç etmiştir.
Bu yaşananlar Kafkasyalıların
sosyal yapısını, ekonomisini ve politikasını olumsuz yönde etkilemiştir.
Belki de en önemli
sonuç, savaş şartları sebebiyle ortaya çıkan Ermeni Tehcirini bir soykırım
olarak nitelendiren kitlenin, sadece toprak kazanımı amacıyla yapılan Kafkas göçünü ve katliamını bir türlü görememeleri sebebiyle ortaya koydukları ikiyüzlülüğün
ortaya çıkmasıdır.
Hiç kuşku yok ki, bu
göçler ile Anadolu bir kat daha güçlenmiş, zenginleşmiş Türkiye Vatanına ve
Türklük Ebrusuna göz alıcı bir renk daha ilave edilmiştir.
KAYNAKÇA:
1.
Dr. Nazan Çiçek, “Talihsiz Çerkeslere İngiliz
Peksimeti”: İngiliz Arşiv Belgelerinde Büyük Çerkes Göçü (Şubat 1864-Mayıs
1865), Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
2. F.
S. Rodkey, “Lord Palmerston and the Rejuvenation of Turkey 1830-41, Part II”,
The Journal of Modern History, II(2), 1930
3. S.
Yerasimos, AzgelişmişlikSürecinde Türkiye, (Çev. Babür Kuzucu), İstanbul-1986
4. Ord.
Prof. Enver Ziya Karal, Büyük Osmanlı Tarihi
5. Berkok,
İ., Tarihte Kafkasya, İstanbul, 1958.
6. Berzec,
N., Tehcîru'ş -Şerâkise, (Arapçaya çev. İsamu'l -Hasen), Amman, 1986.
7.
Berzeg, S. E., Kafkas Diyasporasında
Edebiyatçılar ve Yazarlar Sözlüğü, Samsun 1995.
8.
Namık
Kemâl’e Göre “Şark Meselesi” ve Osmanlı Devleti’ni Çöküşe Götüren Sorunlar,
Musa GÜMÜŞ - History Studies Ortadoğu Özel
Sayısı / Middle East Special Issue 2010
10. Parlatır,
İ., Tanzimat Edebiyatında Kölelik, TTK Yayınları, Ankara, 1987
11.
Mertûkî, N., Nûru'l-Mekâbis fî
Tevârîhi'l-Çerâkis, Kerimiyye Matbaası, Kazan, 1912
Yorumlar
Yorum Gönder