Bir gazete haberi talihsiz
bir olayı anlatıyordu: “Amasya'da baldıran otunu yiyen beş çocuktan biri zehirlenerek
hayatını kaybetti…”
Birkaç soru var insanın
zihnini kurcalayan:
1) Nasıl oluyordu da insanoğlu, kendi yaşam alanına uzaklaşıyor, çevresinde yetişen otu, böceği, hayvanı, insanı tanıyamıyordu?
2) Ebeveynler çocuklarını, tabiatın faydaları veya tehlikeleri ile ilgili bilgilendirmekten ne zaman vazgeçmiş veya aciz hale gelmişti?
Sanayi toplumu ile birlikte
yaşanan çarpık kentleşme ve doğadan uzaklaşma, insanoğlunu çevresinde gördüğü
her şeyi “kendisinin tüketmesi için yaratılmış” olarak algılamasına sebep oldu.
Bunlar genel kanaatimiz….
Birde baldıran otunun kendi
yapısının getirdiği zorluklar var.

Baldıran otunu ayrıt etmek
öyle kolay değil.
Maydanozun yakın akrabası
olan baldıran otunu, gövdesindeki boşluk, kötü kokusu ve en önemlisi de üzerindeki
kırmızı lekeler ile tanımlamak mümkün olsa da, yeni yetiştiği dönemde bu belirtilerin
büyük bölümü görülmediğinden, çok daha tehlikeli bir durum arz eder.
Gelelim asıl konumuza:
Otun üzerindeki bu kırmızı
lekelere “Sokrates’in Kanı” dendiğini duymuş muydunuz?
Kendisinden önceki bütün
düşünce iklimini değiştirmiş olan Sokrates’ten günümüze herhangi bir yazılı
eser kalmamıştır. Ancak, fikirleri için ölümü göze almış olması bize bıraktığı
en önemli mirastır.

Yaşadığı dönemde sofistler
önemli düşünürlerdi. Ancak, sofistler derslerini ücret karşılığında verirken O,
düzenli bir geliri olmamasına rağmen ücret talep etmezdi. Sokrates, halkın
sıklıkla bulunduğu her noktada gezer ve sorular sorardı. Bu cevabı belli
sorularla, vatandaşın az da olsa düşünmesini sağlamaya çalışırdı.
“Nedir” en çok kullandığı kalıptı.
“Güzel nedir? Akıl nedir? Doğru nedir?” ise en çok sorduklarıydı.
O sorduğu sorular ile “şeylerin”
doğasını ifade eden bilgiye ulaşmaya çalışır ve buna “episteme” adını verirdi.
Aslında bu sorularla cahile “sen
cahilsin” demez, onun cahilliğini
kendiliğinden anlamasını sağlardı.
Ayrıca kendisini de bilge
olarak görmediğini “Tek bildiğim hiçbir şey bilmediğim.” ifadesi ile
belirtirdi.
Bu düşünce tarzı ile Epistemoloji’nin
temelini atmıştı.
Monolog ile işi olmaz
karşısındakinin sorgulayarak gerçeğe ulaşmasına gayret ederdi. Nihayetinde “insanın
içindeki ışığın çıkması” için uğraşırdı.
Erdemliydi.
Antik Yunan da “her varlığın
kendine özgü fonksiyonunu en iyi biçimde yerine getirmesi” anlamına gelen erdem
sözcüğünü insan ve insanın etkinlikleri için kullanan da ilk defa Sokrates
olmuştu.
Ona göre erdem, insanın
kendisine özgü ve uygun olanı bulması ve gerçekleştirmesiydi.
Aslında ne kadar da zor bir
miras bırakmıştır insanlığa: Yemenin,
içmenin, para kazanmanın, üremenin en iyisi değildir mevzu bahis olan, çünkü
bunlar hayvansaldı ve tabiattaki tüm varlıklar bunun için savaşmaktaydı. Kaldı ki, bunun en
iyisini yapan da genlerini bir sonraki kuşağa aktarıyordu.
Bu durumda elimizde erdemli olmak
adına ne kalıyordu; “düşünmenin, feragat edebilmenin, yüce gönüllü ve yüksek ahlaklı olmanın, çalmamanın, yalan söylememenin, öldürmemenin" dışında hemen hemen hiç bir şey.
İşte gerçek sınav da buydu.
İşte gerçek sınav da buydu.
Sokrates, insanın erdemli
olması için içindeki sesi dinlemesi gerektiğini (daimonion) söylediğinde, artık
bilge bir yetişkindir.
Ancak bu ifadeleri sebebiyle
Atina’ya “yeni tanrılar getirmekle” suçlanır.
İnançları yıkmıştır,
gençleri etkilemiş ve sisteme aykırı hareket etmelerine veya sistemi sorgulamalarına
sebep olmuştur.
Ya Atina’dan kaçacak ya da beyhude
bir savaşın sonunda ölecektir.
Platon, Sokrates’in Atina’da
kalarak kendisini savunduğunu anlatır.
Ancak kimse, bu çok soru
soran, gelenekselin dışında kavramlar üreten - kullanan yaşlı adamı dinlemek –
anlamak istemez ve sonuçta karar verilir: Sokrates ölmelidir.
Cezası bir çanak “baldıran zehiri”
içmektir.
![]() |
Socrates Drinking the Hemlock - Antonio Zucchi |
Bir çanak dolusu baldıran zehrini kafaya dikip sonuca katlanmak mı?
![]() |
The Death of Socrates - Jacques Louis David |
Yoksa ölürken bile yüce
ahlaklı bir davranış sergilemek mi?
Bunun cevabını da Sokrates
verir. İnfaz sırasında yetkililer ve öğrencileri de yanındadır.
Baldıran zehiri iyice
etkisini göstermeye başladığında üstünü açar ve telaşla bağırır: “Ey Kriton! Bizim Asklepios'a bir horoz
borcumuz vardı. Bunu ona verin. Sakın unutmayın!”
Zehir’i içmek değildir
önemli olan, hayatının her anında, her iş ve işleminde yüce ahlaklı olabilmek ve
inandığın bu yolda hayatından da feragat edebilmektir.
Vesselam…
İmam Rıza içti zehr-i
baldıran
Şah Taki’ye agu verdi
münkirân
Bâ Nâki’yi şehit etti
kâfiran
Onun için ağlar Fatıma anam.
Yorumlar
Yorum Gönder