Yazmayalı çok uzun zaman
olmuş. Sanırım gündelik faaliyetler, uzun zaman ayırarak yapabileceğimiz daha
rafine işleri ötelememize sebep oluyor.
Ne zaman gündelik sarmaldan
uzaklaşmak istesem Johannes Brahms’ın Op.45 numaralı “Ein Deutsches Requiem” adlı eserinin “Dennalles Fleisch, es ist wie Gras” olarak ifade edilen ikinci bölümünü dinlerim.
Ancak bu kez Bilkent Konser Salonunda, görkemli bir organizasyon ile dinleme
şansım oldu.
Bu eserin adının üzerinde
bile anlamsal bir tartışma vardır: “Almanca Bir Dua” veya “Bir Almana Dua”
Öncelikle belirtmek gerekir
ki Requiem, Hristiyanlıkta ölümü takiben ruhun kurtuluşu
için, cenazenin hemen ardından ya da anma amacıyla yıldönümlerinde söylenebilen
toplu ayin olarak nitelenmekte ve İncil’den bölümleri ihtiva etmektedir.
Aslında daha önce
bestelenmiş requiemler vardır. Ama bunların hepsi, içinde kutsal metinleri
barındırmaları sebebiyle Latincedir.
Sami dinlere inananlar, Kutsal
Kitaplarda yazan metinleri okurken orijinal dili tercih ederler ancak, kişisel
yakarış ve samimi isteklerinde kendi dillerini kullanırlar.
Bu yapıyı ilk kez kıranlar
ise Almanlardır.
Dil konusundaki çatışma,
Roma Katolik Kilisesinin yozlaştığını savunanların açtığı bayrak ile başlamış,
Martin Luther’in 31.10.1517 tarihinde Wittenberg Kalesinin kapısına “Çaktığı”
95 maddelik bildiri ile son noktasına ulaşmıştır.
Luther’in ana düşüncesi, “inananlar
ile Tanrı arasında tek aracının İncil olması gerektiği, bu nedenle de kutsal
metnin dilinin anlaşılmasının zorunlu olduğuydu.”
Kilisenin ayrılmasının yanı
sıra dilde birlikteliğin olması “Alman Milli Kimliğinin” oluşumunda ve
dolayısıyla Milliyetçiliğin ana akım haline gelmesinde önemli bir etken olmuştur.
Milliyetçilik, ortak
duygunun paylaşıldığı “Dini Temalı Müzik” vasıtasıyla yayılmıştır.
Katolik kilisesinin Latince
ilahileri yerine, “koral” olarak adlandırılan, tek sesli ve kaynağı alman halk
şarkıları olan Almanca ezgiler kullanılmaya başlanmıştır.
Ancak klasik müzik, kaldı ki
requiemler de bu gruba dâhildir, henüz bundan etkilenmemiştir. Monarşinin ve
Katolik Viyana’nın müzik üzerindeki etkisi, Kutsal Roma İmparatorluğunun
yıkılacağı ve Avusturya’nın Almanya’dan ayrılacağı 1806 tarihine kadar, klasik
dönem temsilcileri olan Haydn, Mozart ve Beethoven’in güçlü eserleri ile
varlığını sürdürecektir.
Brahms’a kadar tüm requiemler
Latince olarak devam edecektir. Ama adının requiem olması da tartışmaları sonlandırmayacak,
birçok kişi “Besteci Katolik olsaydı sözleri Latince olurdu, ancak o zaman
Requiem denirdi” şeklindeki görüşlerini ifade edecektir. Bunun kanıtı olarak da
Bach gösterilecektir. Protestan Bach dini eserlerinin hiçbirine requiem dememiştir.
Ancak asıl bomda Nazilerle
beraber patlar.
Bir duanın Almanca
bestelenmiş, içinde “Alman” ifadesinin geçmiş olmasına rağmen Naziler
Brahms’dan memnun değillerdi.
Ancak Brahms, Yahudi
bestecilerin akıbetine uğramadı. Mahler’e, Schönberg’e, Ullmann’a yapılanlar
ona yapılmadı.
Örneğin Mahler’in eserleri
1933’te Almanya, 1938’de Avusturya ve 1940’tan itibaren Hollanda’da yasaklanmıştı.
Yahudi olmaları sebebiyle Schönberg 1933 de Berlin’den kovulurken, Viktor
Ullmann 16 Ekim 1944’te Auschwitz kampında gaz odasında can veriyordu.
Kaldı ki, Nazilerin Wagner´leri,
Bruckner´leri vardı. Brahms’a neden ihtiyaç duysunlar ki? Hem ifadeler İncil’den
alınmaydı, değiştirmek, amaca uygun hale getirmek mümkün değildi.
Ancak asıl sorun başkaydı…
Bu Brahms’ın soyu da biraz
karışık değil miydi?
Brahms da neydi?
Abramhams‘ın Alman coğrafyasına uyarlanmış hâli.
21 Mayıs 1933 tarihli bir haber,
çatışmanın boyutunu ortaya koyar.
“Her şeye karşı öfke içinde
olan Nazilerin saçmalığının sonu yok gibi görünüyor. Yahudiliği düşündüren bir
ses bir isim bile yeterli. Hatta, Alman müziğinin en büyük bestecilerinden
Brahms bile.
Naziler hariç bütün kültürel
dünya, bu ay Hamburg’da 7 Mayıs 1833 doğumlu Brahms’ın doğumunun yüzüncü
yıldönümünü kutladı. Brahms'a karşı duyulan şüphenin temelinde Brahms'ın
isminin Abrahams kökeninden gelme ihtimali yatıyor.”
Gerek 1933 yılında gerekse
bugün, Brahms ve Nazi kelimelerinin yarattığı çağrışım oldukça farklıdır. Aynı
platformda bulunamazlar. Kaldı ki iki taraf da bunu kabul etmezdi.
Ancak ne tesadüftür ki, BBC tarafından 1997 yılında hazırlanan “The Nazis: A Warning From History” adlı belgeselin çarpıcı müziği Brahms’ın “Ein Deutsches Requiem” adlı eserinin ikinci bölümüdür.
Hiç uzlaşmaz dediğin ne varsa, gün gelir aynı karede yer alır
Irk Milliyetçiliği silahının, ne zaman kimi vuracağı belli olmaz.
Bu nedenle, bizleri insan sevgisi
temeline dayalı, vatandaşlık bilinci ile bezenmiş, ırk ve din tabanında ötekileştirmeyen, hiç
tanımadığın kişilere hizmet etmeye odaklı Milliyetçilik kavramı ile tanıştıran Mustafa
Kemal ATATÜRK’e selam ve saygı ile…
Yorumlar
Yorum Gönder